Yine bilgilendirici bir gezi yazısından önce kamuoyunda oluşan “ne kadar geziyorsun yahu, anasını ağlattın ortalığın” inancını çürütmek istiyorum. Aslında çok gezmiyorum arkadaşlar, hatta sizler benden fazla geziyorsunuzdur. Bir kere ben haftaiçi üç akşam Almanca kursuna gidiyorum, hiçbirinizin haberi yok. Kalan iki gün de mutlaka bir şey çıkıyor, ki şu sıralar kendimi cidden döyç öğrenmeye adamışım, evde oturup kuzu kuzu ders çalışıyorum. Lütfen kimse bana geziyorsun demesin. Tamam arada haftasonu kaçamakları yapıyor olabilirim ama o kadarcık da olur ben canımslar. Hem pazarlamasını bileceksiniz, ben bir yere gidiyor altı ay orada çektiğim fotoları paylaşıyorum, sanıyorsunuz ki gittim yerleştim oralara, oysaki ben burada metrobüste. Ben şok!!
Neyse geçtiğimiz haftasonu da yarimin yanına gittim, birlikte geçireceğimiz upuzuuuuun (!) iki günün birinde de Salzburg’a gidelim dedik. Şimdi bizim bir footprint yarışımız var ki sittin sene kendisini bu konuda alt edemem ama yine de mümkün olduğunca yeni yerler görmeye çalışıyoruz birlikte. Arayı kapatmak için de hostes olacağım inşallah boya sarısı saçlarımla, ülke ülke gezip ağlatıcam anasını dünyanın inşallah…Yine konudan sapıyorum, Salzburg Münih’ten trenle yaklaşık 1,5 saat. Küçük, düzenli ve aşırı yağmurlu bir Avusturya şehri. Bizim gibi tek güne kolayca sığdırabileceğiniz için kalmalı bir seyahat ayarlamanıza gerek yok bence. Biz 12’de gidip 17’de döndük, tamam bazı yerleri “he he güzelmiş” diye sanat özürlüsü olarak gezdik ama bizce yetti 🙂
Salzburg Hauptbahnhof’tan indikten sonra asıl gezilecek yerlerin bulunduğu ‘Eski şehir’ kısmına yürüyerek 15 dkda varabiliyorsunuz. Toplu taşıma da var ama yürüyüş rotası üzerinde Mirabell Bahçeleri bulunduğundan bence üşenmeyin yürüyün. Bahçelerdeki çiçekler çok güzeldi ama az ağaç vardı gibi geldi bana. Şehri ikiye bölen nehirden (adını hatırlamıyorum) Eski şehire geçerken kilitli köprü var bir de, hani şu Paris’te de olan. Üzerine bir sürü asma kilit asılmış, hepsinin üzerinde tarih isim vs yazıyor, çok güzeldi ama bizim yanımızda kilit yoktu ve hediyelikçiler bir kilidi 12€’ya satıyordu, tabii ki pragmatist bir çift olarak bir kilide o kadar para vermedik ve aşkımızı mühürlemedik. Neyse Allahım sana sığındık sana güvendik, kilit falan hikaye zaten yahu :p
Salzburg denince akla gelen bence iki şey var: Birisi Mozart diğeri de Fortress Hohensalzburg yani kale… Bir meftanın üzerinden nasıl para kırılır, bir şehir tek bir insanla nasıl kalkınır’ın kitabını yazmışlar resmen. Her şey ama her şey Mozart’la ve müzikle alakalı. Zaten doğduğu ev, yaşadığı ev, bir ara uğradığı ev, girip tuvaletini yaptığı ev, yanlışlıkla kapısını çaldığı ev falan diye topu topu 35 yıl yaşayan adamın kanını emmişler resmen. Toprağı bol olsun, ömründe memleketine bu kadar faydalı olmamıştır merhum yemin ederim.
Mozart’ın doğduğu ev Getreidegasse denen Salzburg’un en şirin ve en hareketli caddesinde. Bu cadde aynı zamanda alışveriş caddesi normal ve pahalı markaların mağazalarla bezenmiş. Caddenin kilise tarafına yakın köşesinde orijinal Mozart çikolatasının satıldığı Fürst adlı şirin dükkan var, oradan mutlaka bir tanecik de olsa çikolata yiyin, tadı damağımda kaldı resmen.
Cadde ferforje tabela yapısıyla oldukça nostaljik ama çok kalabalık, doğru düzgün bir resim çekmek mümkün değil. Bu şirin caddede aynı zamanda deniz ürünleri fast food zinciri olan Nordsee ile Cafe Mozart bulunuyor, ilkinden bir şeyler atıştırdık ama ikincisine uğramaya vaktimiz olmadı.
Getreidegasse’yi tamamladıktan sonra karşınıza Makarplatz ve Kapitalplatz çıkıyor. Kapitalplatz’da oldukça değişik Sphaera heykeli var, yanında da bir satranç tahtası.
Kapitalplatz’ın biraz yukarısından Salzburg Kalesi’ne giden finuküler kalkıyor, bilet 12 €, finüküler kale gezisi, audio guide falan hepsini içeriyor. Kaleden manzara müthiş. Tüm Salzburg’u görebiliyorsunuz, tabi bize diğer yerleri sıkıcı geldi. Tarihi yerler ve müze gezmek konusunda üşengeç olduğumuzu söylemiş miydim?
Valla bundan sonrası da tufan. Dalga geçmiyorum, tam dönüş için yola çıkmıştık ki gök delindi resmen, ben böyle yağmur görmedim, kahramanlık yapıp “ne var canım otobüs bekleyene kadar yürürüz yaee” dedik, şemsiyemiz olmasına rağmen donumuza kadar ıslandık. Siz siz olun Avrupa’yı mevsim ne olursa olsun şemsiyesiz gezmeyin canımslar…
Evet bir gezi yazımız daha burada biter. Münih var anlatılacak ama orası da ikinci memleket gibi oldu, turistik bir gezi gibi gelmiyor bana oraya gidişlerim. Ama yine de amme hizmeti adına söz anlatıcam oradan bir şeyler de. Haydi auf wiedersehen ^^
4 Yorum Var
Paylaşımlarından keyif alıyoruz; çikolata tadında.
ayyy çok teşekkürler :))))
Islanmayaydınız iyiydi yağmur gazileri sizi 😀
neyse artık gülü seven dikenine katlandı…