Almanya deyince birçoğunuzun aklına Berlin, Hamburg ya da Münih gelir hatta ve hatta Köln gelir ama Dresden gelmez hipotezinden yola çıkarak Elbe Nehri’nin kıyısındaki Saksonya’nın başkenti güzeller güzeli Alman şehrini gezdim ve sizlere anlatmaya istedim. Hadi başlayalım…
Tarihi, sanatsal güzellikleri, mimari yapılarıyla Elbe Nehri’nin kıyısındaki Floransa olarak anılan Dresden, eski Doğu Almanya topraklarında kalır. Söz konusu Almanya olunca yani bir Alman şehrinin tarihine ait bilgi vermeye gelince II. Dünya Savaşı’nın adı mutlaka geçiyor. Dresden bu savaştan aldığı yara ise biraz daha üzücü. Savaş boyunca açık şehir olan ve hiçbir saldırı geçirmemiş ama savaşın bittiği günler olan 13-14 Şubat günlerinde müttefik devletlerin bombalanan İngiliz şehirlerinin intikamını almak için yaptığı ağır bombardımana maruz kalmış, şehrin sembolü Frauenkirsche dahil olmak üzere birçok yapı hasar almış ve yaklaşık 230.000 kişinin öldüğü açıklanmış. Savaşın sona ermesinin ardındansa kayıp sayısına dikkat çekip gündemi sarsmak için bir adet 0’ın eklendiği ortaya çıkmış.
Savaştan çok hasar almasına rağmen yaralarını sarıp, Doğu Almanya’nın güçlü şehirlerinden biri haline dönüşen Dresden, şimdilerde en çok ziyaret edilen şehirlerden birisi… Bunun sebebi hem Berlin’e hem de Çekya’ya dolayısıyla Prag’a yakın olması ve birçok turistin rotasına kolayca ekleyebilmesi diye düşünüyorum. Zira benim kişisel tavsiyem Prag’a uçup orayı gezmenizin ardından Dresden’e geçip (tren ya da araç kiralayarak) burada geçireceğiniz iki günün ardından Berlin’i keşfetmeye başlayabilirsiniz.
Dresden’e nasıl ulaşabileceğinizi yazmayacağım, çünkü birden fazla olasılık yukarıda da bahsettiğim gibi çeşitli kombinasyon var ama Dresden’e ne zaman gideceğinizi ya da kaç gün geçireceğinize dair öneride bulunmak istiyorum müsaadenizle. Malumunuz Almanya hele de Doğu Almanya kış aylarında öyle cıvıl cıvıl bir gezi vadetmiyor, ne kadar dayanıklı olduğunuzu iddia ederseniz edin çok üşüyebilirsiniz, bu sebeple mayıs-ekim ayları gidin derim. Ama sevgili dostlar kış mevsiminin tek istisnası tüm Avrupa için olduğu gibi Dresden için de Noel dönemi. Donsanız da üşüseniz de Noel döneminde giderseniz (26 Kasım – 24 Aralık arası) çok çok güzel zaman geçireceğinizden eminim. Peki, Dresden’e kaç gün yeter, kaç günde şehri gezebilirsiniz keşke demeden sorusu varsa aklınızda iki tam günün yeteceği kanaatindeyim. Yani örneğin cumartesi sabah gidip pazar akşam döneceğiniz bir plan Dresden için içinize sinecek bir gezi için yeterli olacaktır.
Peki, bu iki günde Dresden’de nereleri gezelim derseniz hadi başlayalım görülecek yerler listesine.
Dresden Frauenkirsche:
Sadece Almanya’nın değil dünyanın dikkat çekici kiliselerinden biri olan Frauenkirsche 1783 yılında tamamlanmış Barok mimarisinin en önemli eserlerinden biri. II. Dünya Savaşı’nda tamamen bombalanan ve yerle bir olan kilisenin yıkıntıları kataloglanarak depolanmış ve 1990 yılına kadar saklanmış. 1990 yılında Almanya’nın birleşmesinin ardından yeniden yapımına başlanan kilise 2005 yılında tamamlanıp açılmış. O günden beri de her yıl 180’den fazla konsere ve müzikale ev sahipliği yapan şehrin en önemli sembolü haline gelmiş. Dresden Eski Şehrin merkezinde olan kilise aynı zamanda Noel döneminde Noel pazarının da ev sahibi sayılıyor.
Zwinger Sarayı:
Müzeler kompleksi olarak adlandırabileceğimiz Zwinger Sarayı içinde Porselen Müzesi, Zooloji Müzesi, Tarih Müzesi, Silah Müzesi gibi 32 farklı galeri ve müzeyi içinde barındırıyor. Müzeleri gezmeseniz bile sarayın bahçesinin içinde zaman geçirmenizi tavsiye ederim.
Theatherplatz:
Ortasında Kral John’un heykeli, sol yanında şehrin opera binasıyla Theatherplatz Almanya’nın en güzel meydanlarından biri. Zwinger Sarayının hemen yanında olduğu için rahatça bulabilir ve gezebilirsiniz.
Katolik Mahkemesi Kilisesi:
1755 yılında tamamlanan ve 1980’de katedral statüsüne yükseltilen Elbe Nehri üzerindeki köprünün ucunda bulunan kilise, İtalyan Barok tarzında inşa edilmiş ve aldığı yaralardan sonra II. Dünya Savaşı’ndan sonra tamamen restore edilmiş. Kilisenin en çarpıcı özellikleri 85,5 metre yüksekliğindeki kulesi ve nişlerdeki ve korkuluktaki 78 heykel. İçi de dışı kadar görkemli, 1722’den kalma bir oyma kürsü, 1751’den kalma Yükseliş sunağı ve 1753’ten kalma Silbermann organıdır. Dört mezar tonozunda, Saksonya’nın birçok kralının ve prensinin kalıntıları saklanıyormuş ve bir kavanozda rivayete göre Augustus’un kalbi saklanıyormuş (cesedi Krakow’a gömülmüş).
Brühl Terası:
Dresden’e Brühl terasından bakmadan dönmeyin diye o kadar çok yorum okumuştum ki “Acaba abartıyorlar mı?” diye düşünmeden edemedim. Ama gidince gördüm ki, yok abartmıyorlarmış, ‘’Avrupa’nın Balkonu’’ olarak da bilinen bu teras gerçekten görmeye değer. Schlossplatz ile eski şehir surlarının arasında kalan 1783 yılında özel bir bahçe olarak düzenlenen 1814’te ise halka açılmış.
Merdivenlerin üzerindeki heykeller sabah, öğle, akşam ve geceyi temsil ediyormuş. Benim gördüğüm ve en çok sevdiğim yerler yukarıdakiler ama Dresden’e neden Elbe’nin Floransası dediklerini aşağıdaki uzun listeyi görünce daha iyi anlayacaksınız siz de. İki gün yukarıdakiler için fazla gelmiş olabilir ama listenize aşağıdakileri eklerseniz iki gün az bile gelecek eminim:
- Dresden Residential Castle and Museums
- Landhaus and the Kreuzkirsche
- The Great Garden
- Japanese Palace and Golden Horseman
- Loschwitz and the Blue Wonder
- The Pillnitz Palaces
- German Hygiene Museum
Dresden’in eski şehir (Altstadt) bölgesi kadar yeni şehir (Neustadt) tarafında da görülecek çok güzel yerler var. Restoranların, ‘’hipster’’ kafelerin olduğu yeni şehirde benim en sevdiğim yer Kunsthofpassage yani Sanat Pasajı. Görlitzer Strasse 21 numara diye harita uygulamasından aratırsanız rahatlıkla ulaşabileceğiniz bu pasaj renkli binaları, sanat kokan kafeleriyle çok çok seveceğiniz bir yer. Pazar günü giderseniz mekânlar kapalı olacaktır ama en azından bizim gibi pasajı gezebilirsiniz.
Dresden’e eğer tavsiyeme uyup Noel zamanı yolunuz düşerse de mutlaka Noel pazarlarını gezin, hem eski şehirdeki hem de Striezelmarkt Noel pazarları Almanya’nın en kalabalık ve en güzellerinden biri. Sıcak şarap içip (ya da sıcak çikolata) Trdelnik yiyerek çok keyifli zaman geçireceğinize eminim.
Yorum Yok