Hala beni tanımayanınız kaldı mı bilmiyorum? Gerçi neden olmasın, sanki Hülya Avşar’la Kaya Çilingiroğlu’nun kızı Zehra Çilingiroğlu’yum da bütün bir doksanlar nesli bana maruz kalarak büyümüş gibi bir hava ?
Neyse zat-ı alim Hamide… İsmim babamın babannesinin ismi olmasından mütevellit gayet demode, şimdilerde (sanırım yaşlandığımdan ?) kendisiyle barışık olsam da çocukluk ve ergenlik döneminde “Neden benim ismimi nine ismi koydunuz?” diye isyan etmişliğim, hatta (itiraf ediyorum ?) takma isimler bile kullanmışlığım var. Ama dediğim gibi şu an Hamide Nine olma yolunda istikrarla ilerlediğim için seviyorum kendilerini…
Ben böyle bir insanım işte, sadece isim mevzusunda bile sayfalarca yazıp, saatlerce konuşabilirim. Beni şahsen tanıyanların ben de en sevdikleri özellik de bu zaten (!)
Son dört yıldır “Kaç yaşındasın?” diye sorduklarında artık doğum yılımı söylüyorum ve yılın son aylarında doğmamdan mütevellit “87 Ekim” diyorum ve söz konusu şahıs çıkarma işlemi yapıp yaşımı hesaplayana kadar ben ortamdan uzaklaşıyorum ? Yaşlanmaktan korkmuyorum hayır ama ne bileyim aynı soruya “2000 Nisan” diyenleri duyunca canım da sıkılmıyor değil ?
Kendimi bildim bileli yazıyorum sanırım, zaten dört yaşında yazmayı öğrenip beş yaşında ilkokula gönderilen bir çocuk olduğum için yazmak benim mesaimdi ve çocuk işçi çalıştıran ebeveynlerim kalemi kağıdı önümden eksik etmediler sağolsunlar. Hayatımın ilk yıllarına dair hatırladığım net anıların birçoğu yazma çabalarımla ilgili zaten. Mesela yaşım muhtemelen 5 ve ben evde adımı soyadımı annemin babamın adını yazıyorum bir deftere bir milyonuncu kez. Eve de annemin arkadaşlarından biri misafir gelmiş, kadın bakıyor, ben sol elle yazıyorum. Hemen bilmiş bilmiş “aaa o elle yazmaya alışma, bak al bu eline bununla yaz” deyip kalemi sağ elime tutuşturuyor. Tabii terbiyeli çocuğum, sesimi çıkarmıyorum ve kalemi sağ elime alıp başlıyorum yazmaya. Ama harflerim o kadar iğrenç ki Orhun Kitabelerindeki yazıtlar daha okunaklı benimkilerden. Düzen tertip hastası bünyem hemen basıyor cayırtıyı, normalde mızmız bir çocuk olmamama rağmen sırf yazımı kötüleştirdi diye o kadın gidene kadar ağlıyorum. Ohh canıma değsin. Evet solağım sevgili komşu teyze!!
Neyse yine gevezelik tavan, ne diyordum. Kendimi bildim bileli yazıyorum diyordum. Ortaokulda kompozisyon ödevleri, Kültür Edebiyat Kolu Başkanlığı ?, lisede öykü yarışmaları, düzenli günlük tutma, üniversitede kitap yazma çabaları derken 2010 yılından beri bu blogda yazıyorum. O yüzden diyorum beni tanımayan kaldı mı acaba diye. Zira neredeyse yedi yıldır buradan hayatımı, gezilerimi, yaşadıklarımı, okuduklarımı, aşklarımı, hayal kırıklıklarımı kısacası her şeyi paylaştım. Bazılarınız için sanırım görmeseniz de tanıyormuşsunuz gibi geliyorumdur. Değil mi?
Hayatımın geride bıraktığım 30 yılına baktığımda beni bambaşka yerlere taşıyan ilginç noktalarım var. Okuduğum lise, kazandığım üniversite, edindiğim arkadaşlar, sevgililerim, çalıştığım iş, yolumun kesiştiği insanlar, hepsi beni şu an bulunduğum noktaya, şu anki Hamide’ye ulaştırmış sanki. Şu anki Hamide nasıl mı? 30 yaşında, sekiz yila yakin Türkiye’nin en büyük kurumlarından birinde calisip İstanbul gibi bir şehirde tek başına hayat mücadelesi verdikten sonra sevdigi erkegin arkasindan tasi taragi satip isini birakip Almanya’nin Münih sehrine göc etmis, imkanı oldukça gezen, çok okuyan (tamam evet çok da konuşan?), eğlenceli, pozitif, titiz, düzenli, ailesine düşkün bir kız işte…
Bazen kendimi çok donanımlı hissetsem de çoğu zaman yetersiz olduğum, bir kere geldiğim bu hayatı yeterince hakkını vererek yaşayamadığım hissine kapılıyorum. Öyle olunca da kendimi geliştirecek, yeni şeyler öğrenmemi sağlayacak, boş zaman dediğimiz işten arta kalan zamanlarımı boş geçirmemek için kendime bir şeyler katacak aktiviteler yaratıyorum kendime. O kadar maceram var ki bununla ilgili. İspanyolca öğrenmem, sonra Almanca öğrenmem, gözlerimin miyop astigmat olmasına sebep olacak kadar fazla kitap okumam, durmadan bir şeyleri araştırmam, yazmam, çizmem, zumba-fitness-pilates sporlarına kendimi vermem, seyahat etmem hep bu amaçla uğraş verdiğim şeyler. Bazen yoruluyorum evet, mükemmeliyetçi olmamdan belki de, bir işi yapıyorsam layıkıyla yapmalıyım hissinden dolayı, başarılarıma fazla sevinme gibi bir huyum olduğu gibi, başarısızlıklarımda da dünyaların başıma yıkılması çok çok olası.
Beni tanıyanlar gerçekten hakkımda ne düşünüyor bilmiyorum. “İyi insan, pozitif kız, sürekli gülen” falan diyen de vardır “Aman uyuzun teki, hayırsız, obsesif” diyen de. Ben kendimi ilk gruba daha yakın görüyorum. Yani genelde optimist, yetinmeyi ve şükretmeyi bilen, güler yüzlü, arkadaş canlısı ve birazcık geveze biri olarak tanımlardım kendimi sanırım. Ama diğer bütün düşüncelere de saygı duyuyorum, neticede insanız ve hepimiz birbirimizi sevmek zorunda değiliz.
Her zaman olmasa da çoğu zaman kendimi seviyorum ve kendimle gurur duyuyorum. Şu an geldiğim noktaya (ki birçok kişi için benim bulunduğum nokta çok da bir başarı ifade etmeyebilir) tamamen kendi emeğimle, kimsenin desteği olmadan, tüm kararları tek başıma alarak, bazen tökezlesem de takılıp düşsem de hatta dibe vursam da hayatla olan mücadelemi 3-0’dan 4-3’e getirerek ulaşmışımdır. Bunun için kimsenin onayına, kimsenin kıyasına ihtiyacım yok zaten, annemin babamın kardeşimin benimle gurur duymaları yetip artıyor. Sanırım bu hayatta sizi yetiştiren kişiler için gurur kaynağıysanız, size baktıklarında gözlerindeki parıltıyı görebiliyorsanız geri kalan herkes ve her şey önemsizleşiyor bence.
İşte böyle… Gezgin Kız böyle bir kız işte. Hayattan beklentileri çok yüksek olmayan, ama yine de kendisine bir hedef belirlediğinde ona ulaşana kadar evrene yaka silktiren, eğlenceli, neşeli bir hatun… Arkadaşlarımın tabiriyle çok gezen (ki ben bunu kabul etmiyorum, daha hiçbir yeri gezemedim, dünya çok büyük ?) ve çok okuyan, yöneticilerinin tabiriyle çok çalışkan, ailesinin tabiriyle çok hayırlı ve sevgilisinin tabiriyle çok tribal biriyim özetle…
Cümle kurabildiğim sürece, mental ve fiziksel koşullarım yazmama izin verdiği müddetçe yazarım sanırım. Hatta bu hayattaki en büyük hayalim bir kitap yazabilmek, bu dünyadan gittiğimde çocuklarıma (Dipnot: Henüz yoklar) mal mülk yerine anneleri tarafından yazılmış, bir sürü insan tarafından okunmuş (Yani umarım okunur, okursunuz di mi?) bir miras bırakabilmek…
Ben blogum sayesinde birçok güzel insan tanıdım, birçoğuyla yüzyüze tanışmasam da hepsini çok sevdim, biliyorum onlar da beni seviyorlar. İşte sanal dünyanın, sosyal medyanın güzel yönleri. Yazılarımdan faydalanan, dertleşmek için bana mailler atan, başıma gelen trajikomik kamu spotlarını ilgiyle takip eden bir sürü insan var. Onlara, sizlere bir nebze faydam dokunuyorsa, günlük koşuşturmacanın içerisinde beş dakikalığına da olsa kafanızı dağıtıp sizi gülümsetebiliyorsam, içiniz sıkıldığında ilaç olabiliyorsam ve gideceğiniz rotalar için rehberlik edebiliyorsam ne mutlu bana…
Ve ben Gezgin Kız Hamide… Hepinizle tanıştığıma bir kez daha memnun oldum…
Sevgiler…
2 Yorum Var
Ben de seninle tanıştığıma çok memnunum canım :* Çok güzel yürekli bir insansın sen, o yüzden inşallah hayatta herşey o güzel kalbinden geçtiği gibi olacak inanıyorum 🙂
Bazen çok bir erkek çok şey ister bazen hiç bir şey istemez. Keşke eşim olacak kadın olsan. Bazen sarılıp uyumaya hasret çeken erkek de var. selam olsun Anadoludan….