“Çözemediğimiz olayları zamana bırakıp beklemekten başka çare yoktur” demiş yüce bilge büyüklerimizden biri. Söyleyeni, yazanı belli olmayan bu söze, anonim damgası vurulmuş hemen. Oysa söyleyen kişi kimbilir neler yaşadı, ne acılar çekti ve sonucunda neler öğrendi ki bu kısa ama derin sözü söyledi… Durup düşününce hepimizin hayatında, yaşandığı an içerisinde en zorlu, en çıkmaz ve en çözümsüz görünen olaylar olmuştur. O anlarda ağlayarak, sevdiklerimize yakınarak, kadeh kadeh şarap içip sarhoş olarak ya da kırıp dökerek çaresizliğimizi ‘azaltmaya’ çalışmışızdır. Belki terk eden bir sevgilidir bizi dibe vurduran o olay; belki de aldatan bir koca… Şehir değiştirmek, iş değiştirmek, dostun sandığın kişi(liksiz)den kazık yemek, gaspa uğramak, tecavüze uğramak, kanser olmak ya da en kötüsü ölüm… Bu soğuk ve iki kelimeye sığıveren olayların yıkımlarını; yüreğinin yıkıntıları arasında dolaşırken fark edersin. Kalbin enkaz, beynin hasarlı ve gözlerin ağlamaktan şişmiştir. Ve sana göre dünyanın sonu gelmiştir… Kimi insan bu düşünceye yakalandığı anda karar verir pes etmeye. Son verir yaşamına,yaşamaya…
Peki bizler, bu yazıyı okuyabilenlerimiz ne yapmıştır? Acıyı çeke çeke, yüreğinin yıkıntılarından her gün bir tuğlayı kaldırıp yerine koya koya adam etmeye çalışmıştır her şeyi… Her neyse bu yıkımı yapan, ona karşı belki istemli belki istemsiz savaş açar beyninde. O ismi duymaz, siler; o yere gitmez; o kişiyle konuşmaz; eski resimlere bakmaz… Siler atar her şeyi, yok sayar…
Sonra günler geçer, aylar geçer… Yaralar sarılır ya da kendiliğinden kabuk tutar. Gitmem denilen yerlere gidilir, bakmam denen resimlere bakılır, asla sevmem denen kişiler bile yeniden sevilir… Peki ne olmuştur sözlere, yeminlere, içilen şaraplara, akıtılan gözyaşlarına?Yalan mıydı her şey; göstermelik miydi? Hayır diyerek savunulur, o zaman öyle hissediyordum. “O zaman…”
Annem “Birinin çok yakını, sevdiği biri öldüğünde o kişinin yüreğinde 40 tane mum yanarmış ve her geçen gün bir tanesi sönermiş. Ve 40. gün de geçtiğinde artık o kişi gidenin ardından kendini çok fazla üzmezmiş.” derdi. İşte “o zaman” üzerinden zaman geçince mumlar söner; sadece bir anı, kötü bir anı olarak kalır akılda, yüreklerde…
Peki ne yapmalı? Zaten mumlar sönecekse, acılar geçecekse boşverip nasılsa geçer mi demeli? Gidene metanetle güle güle deyip, ölenin ardından yas tutmamalı mı? Yazması kolay, yapması zor… Yaşanan her acı, kaybedilen her kişi, vazgeçilen her şey bir tecrübe, bir bilgelik katar insana… Erdem, zamanın her şeyin ilacı olduğunu bilerek yaşamakta her an’ı. Yaşanılan an’ı geçmişi düşünüp hayıflanarak; gelecek için endişelenerek mahvetmemek güzel olan… Acı da, mutluluk da, sevgi de, yas da gerçekleştiği an büyütür insanı; bir sonraya taşır, öğretir. Benjamin Franklin’in de dediği gibi “Hayatınızı seviyorsanız zamanınızı boşa harcamayınız; çünkü zaman hayatın ta kendisidir.”
1 Yorum Var
ah canısı