Martin
Eden’la ilk tanışıklığım lise birinci sınıfa dayanır. O zamanlar yaşım on beş,
çılgınca dünya klasiklerini okuyorum. Suç ve Ceza, Anna Karenina, Budala,
Vadideki Zambak falan Rus edebiyatıyla dolup taşıyorum, ismimi Tatya İvanovniç
olarak değiştirecek kadar içime işlemiş karakterler. Önce Raskolnikov’la heyecanlanıyorum
sonra da Goriot Baba’nın o pejmürdeliğine içim dağlanıyor.
Eden’la ilk tanışıklığım lise birinci sınıfa dayanır. O zamanlar yaşım on beş,
çılgınca dünya klasiklerini okuyorum. Suç ve Ceza, Anna Karenina, Budala,
Vadideki Zambak falan Rus edebiyatıyla dolup taşıyorum, ismimi Tatya İvanovniç
olarak değiştirecek kadar içime işlemiş karakterler. Önce Raskolnikov’la heyecanlanıyorum
sonra da Goriot Baba’nın o pejmürdeliğine içim dağlanıyor.
Derken
sıra Jack London’ın Martin Eden’ına geldi. Diğer bütün Rus edebiyatı eserleri
gibi kalınlık konusunda maşallahı vardı, sıkılır mıyım diye ilk başlarda bi
çekiniyorum ama yine de başlamışım bir kere, bitmesi lazım. Zaten hayatım
boyunca yarım bıraktığım kitap sayısı iki elin parmaklarını geçmez de, o
yaşlarda öyle bir okuma aşkı var ki içimde ergenliğe girmemişken Freud
okumuşluğum var düşünün artık…
sıra Jack London’ın Martin Eden’ına geldi. Diğer bütün Rus edebiyatı eserleri
gibi kalınlık konusunda maşallahı vardı, sıkılır mıyım diye ilk başlarda bi
çekiniyorum ama yine de başlamışım bir kere, bitmesi lazım. Zaten hayatım
boyunca yarım bıraktığım kitap sayısı iki elin parmaklarını geçmez de, o
yaşlarda öyle bir okuma aşkı var ki içimde ergenliğe girmemişken Freud
okumuşluğum var düşünün artık…
Neyse
Martin’i, kaba saba konuşmalarını, ilk görüşte aşık olduğu Ruth için kibar olma
çabalarını falan daha ilk sayfalardan çok seviyorum. Hele o yazma hevesi yok
mu, yazar olacağına inancı, içindeki kelimeleri iştahla kağıda dökmesi… Daktilo
kirası mı yemek mi ikileminde düşünmeden cebindeki son parayı daktilo kirasına
vermesi, bu idealistliği… Aylarca platonik olarak Ruth’u sevmesi, onun gibi
burjuva kızına layık olabilmek için gece gündüz okuması, kafasını bilgiyle
doldurması falan o yaşlardaki ben için etrafımda kalpler uçuşmasını sağlıyor.
Ama sonra Ruth’a açılması ve peşinden başarı ve bir o kadar da hayal kırıklığı
dolu günler yaşaması, nihayetinde de beklenmedik bir son.
Martin’i, kaba saba konuşmalarını, ilk görüşte aşık olduğu Ruth için kibar olma
çabalarını falan daha ilk sayfalardan çok seviyorum. Hele o yazma hevesi yok
mu, yazar olacağına inancı, içindeki kelimeleri iştahla kağıda dökmesi… Daktilo
kirası mı yemek mi ikileminde düşünmeden cebindeki son parayı daktilo kirasına
vermesi, bu idealistliği… Aylarca platonik olarak Ruth’u sevmesi, onun gibi
burjuva kızına layık olabilmek için gece gündüz okuması, kafasını bilgiyle
doldurması falan o yaşlardaki ben için etrafımda kalpler uçuşmasını sağlıyor.
Ama sonra Ruth’a açılması ve peşinden başarı ve bir o kadar da hayal kırıklığı
dolu günler yaşaması, nihayetinde de beklenmedik bir son.
Kitap
bittiğinde çok etkileniyorum, çok sorguluyorum aşkı, sevgiyi, koşulsuz sevgiyi,
toplum baskısını, kabul görme ihtiyacını, küçük görme ukalalığını… Tabi bu
sorgulamalarım bir sonraki kitaba geçtiğimde bir kenara atılıyor ve sonra da
unutulup gidiyor.
bittiğinde çok etkileniyorum, çok sorguluyorum aşkı, sevgiyi, koşulsuz sevgiyi,
toplum baskısını, kabul görme ihtiyacını, küçük görme ukalalığını… Tabi bu
sorgulamalarım bir sonraki kitaba geçtiğimde bir kenara atılıyor ve sonra da
unutulup gidiyor.
Aradan
yıllar geçiyor, otuzuma merdiven dayamışım, tekrar okumak istiyorum Martin’in
hikayesi, hem bu yaşlarda beni daha çok etkileyeceğini düşündüğüm için, hem de
itiraf ediyorum biraz da hikayeyi unuttuğum için. Hazır lafı açılmışken, ben üç
beş yıl önce okuduğum kitapların bazılarının konusunu unutuyorum ya. Yani
konusunu demem yanlış olur aslında da, hani sonu nasıl bitti, aralarda ne gibi
olaylar oldu falan bazıları tamamen siliniyor. Bende mi bi Alzheimer var yoksa
diğer insanlarda da mı böyle çok merak ediyorum. Zira bir buçuk yıl önce
okuduğum Trendeki Kız kitabının (ki kitabı bir solukta okumuş hayran kalmıştım)
filmine gittim geçen haftalarda, filmi kitabı okumamışlar kadar merakla izleyip
sonunda da bir o kadar şaşırdım. Artık nasıl sildiysem… Neyse yani özetle bu
konu Martin Eden için de geçerliydi.
yıllar geçiyor, otuzuma merdiven dayamışım, tekrar okumak istiyorum Martin’in
hikayesi, hem bu yaşlarda beni daha çok etkileyeceğini düşündüğüm için, hem de
itiraf ediyorum biraz da hikayeyi unuttuğum için. Hazır lafı açılmışken, ben üç
beş yıl önce okuduğum kitapların bazılarının konusunu unutuyorum ya. Yani
konusunu demem yanlış olur aslında da, hani sonu nasıl bitti, aralarda ne gibi
olaylar oldu falan bazıları tamamen siliniyor. Bende mi bi Alzheimer var yoksa
diğer insanlarda da mı böyle çok merak ediyorum. Zira bir buçuk yıl önce
okuduğum Trendeki Kız kitabının (ki kitabı bir solukta okumuş hayran kalmıştım)
filmine gittim geçen haftalarda, filmi kitabı okumamışlar kadar merakla izleyip
sonunda da bir o kadar şaşırdım. Artık nasıl sildiysem… Neyse yani özetle bu
konu Martin Eden için de geçerliydi.
Yine
kısa bir sürede bitiriyorum Martin’le olan birlikteliğimi. Bu sefer yine çok
etkileniyorum, yine çok üzülüyorum ve bu sefer sinirleniyorum. Ruth’a ve onun ait
olduğu sınıfın mahalle baskısına çabucak boyun eğmesi falan beni uyuz etti.
Sevgi diye adlandırdığı şeyin aslında mevki, sınıf, kazanç olduğu gösterdi
şıllık. Ve böyle böyle Martin’in içindeki yaşama sevincini öldürdü.
kısa bir sürede bitiriyorum Martin’le olan birlikteliğimi. Bu sefer yine çok
etkileniyorum, yine çok üzülüyorum ve bu sefer sinirleniyorum. Ruth’a ve onun ait
olduğu sınıfın mahalle baskısına çabucak boyun eğmesi falan beni uyuz etti.
Sevgi diye adlandırdığı şeyin aslında mevki, sınıf, kazanç olduğu gösterdi
şıllık. Ve böyle böyle Martin’in içindeki yaşama sevincini öldürdü.
Aslında
özeleştiri yapmak gerekirse hepimizin içinde bir Ruth yatıyor sanırım. Hepimizin
sevgisi “bazı koşullara” bağlı. Arkadaşlık ilişkilerimizde de ikili
ilişkilerimizde de bu koşullara göre insan seçiyor ya da yargılıyoruz. Yaptığı
bir davranış için eleştirdiğimiz, sırt döndüğümüz birinin yaptığının aynısını
belki de biz yapıyoruz. “Görmemiş evlenmiş kocişim kocişim diye paylaşıyor”
derken evlenince aynı temalı fotoğrafların başrolü oluyoruz. “Görmemişin çocuğu
olmuş” deyip eleştirdiğimiz annelerden daha beter hale geliyoruz kendi çocuğumuz
olunca. “Parayı buldu bizi tanımıyor” diye söylendiğimiz insanlar gibi
etrafımızdakileri değiştiriyoruz biraz daha varlık sahibi olunca.
özeleştiri yapmak gerekirse hepimizin içinde bir Ruth yatıyor sanırım. Hepimizin
sevgisi “bazı koşullara” bağlı. Arkadaşlık ilişkilerimizde de ikili
ilişkilerimizde de bu koşullara göre insan seçiyor ya da yargılıyoruz. Yaptığı
bir davranış için eleştirdiğimiz, sırt döndüğümüz birinin yaptığının aynısını
belki de biz yapıyoruz. “Görmemiş evlenmiş kocişim kocişim diye paylaşıyor”
derken evlenince aynı temalı fotoğrafların başrolü oluyoruz. “Görmemişin çocuğu
olmuş” deyip eleştirdiğimiz annelerden daha beter hale geliyoruz kendi çocuğumuz
olunca. “Parayı buldu bizi tanımıyor” diye söylendiğimiz insanlar gibi
etrafımızdakileri değiştiriyoruz biraz daha varlık sahibi olunca.
Bu kez
kafa karışıklığıyla bitirdim kitabı, böyle cevap bulamadan. Ruth’a kızıp bir
yandan da empati yapmaya çalışarak, Martin’e neden bu kadar çabuk pes etti diye
hayıflanarak kapattım son kapağı…
kafa karışıklığıyla bitirdim kitabı, böyle cevap bulamadan. Ruth’a kızıp bir
yandan da empati yapmaya çalışarak, Martin’e neden bu kadar çabuk pes etti diye
hayıflanarak kapattım son kapağı…
Yani
işin içinden çıkamadım, ama ben Martin Eden’ı çok sevdim yine yeni yeniden…
işin içinden çıkamadım, ama ben Martin Eden’ı çok sevdim yine yeni yeniden…
2 Yorum Var
Ben de unutuyorum ve hiç hoşuma gitmiyor bu durum. Filmini seyrederken hatırlarım ama:)
O unutma bende de var; sanirim zaten herkeste olan bir durum. Belli bir zaman sonra detaylari, olaylarin hatlarini unutuyorsun. Martin Eden'i ben de yillar once okumustum. Cok cok sevdigim bir eser <3