2016’nın bitimine bugün itibariyle 12 gün kaldı. Ben sanırım bu kadar hızlı geçen bir yıl daha yaşamamıştım (HER YIL İÇİN BUNU SÖYLEDİ ?). Bu yılın muhasebesini yapacağım bir yazı tabii ki de yazacağım ama bu güzel pazar akşamını geçen hafta bu saatlerde sokaklarında dolaştığım Strazbourg ve Colmar’a ayırmak istedim. Biraz gözümüz gönlümüz açılsın bence pazartesi sendromu öncesi!
Malumunuz turist olarak Fransa’ya gidilecekse, altın kural şudur ki ilk önce Paris’e gidilmeli, Eiffel Kulesiyle fotoğraflar çekilmeli, Louvre Müzesi gezilmeli falan filan. Ama ben tabii ki normal bir turist olmadığım için Fransa’ya yaptığım ilk seyahate bence Fransa’nın en şirin (ve evet birazcık Almanya kokan) şehir ve köylerinden başladım. Gün gelir Paris’e de giderim belki ama bence en az Paris kadar etkileyici yerler birazdan anlatacaklarım…
Hadi Strazbourg’la başlayayım. Toplamda dört gün süren kış rotamızın ikinci durağı Strazbourg’du (Aslında ben İstanbul’dan Münih’e geçtim, sonra Muro beni aldı, birlikte önce Stuttgart’ı gezdik ama yani Stuttgart’ı da anlatırım bir ara, but first ?) Bu tatilimizde çizdiğimiz rotayı da ekliyorum, hani belki bizim gibi bir delilik yaparsınız bir fikir oluşturur kafanızda.
Ne diyordum! Strazbourg Fransa’nın en cici evlerine sahiplik eden, birbirinden güzel binlerce fotoğraf çekebileceğiniz aynı zamanda da Avrupa Parlementosu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi bir sürü ciddi ve resmi kurumlarına ev sahipliği yapan bir şehir. Oturup size nüfusunu, yüz ölçümünü falan yazmıyorum, ama tahmin edebiliyorsunuzdur hem resmi olarak önemli hem de turistik olarak cazibe merkezi bir yer olduğunu.
Biliyorsunuz Hristiyan alemi için Hz. İsa’nın Doğumu olması sebebiyle kutlanan ve bizlerin yeşil çam ağaçları, süsler, hindi gibi adetlerini araklayarak kendimize yılbaşı diye yuttuğumuz Noel Bayramları 24-25 Aralıkta. Ve işte Noel İsa’ya inanan herkes, her şehir, her ülke tarafından aynen Strazbourg’da olduğu gibi bir şölen halinde ve günlerce kutlanıyor. Kutlanıyor dediysem öyle bizdeki düğünler, göbek atmacalar, 19 Mayıs gösterileri falan gibi düşünmeyin. Bu insanlar Noel’i şehirlerinin, kasabalarının hatta minnacık bile olsa köylerinin meydanlarına kurdukları Christmasmarktlarda alışveriş yaparak, sıcak şarap içip sohbet ederek, sosyalleşerek, stres atarak kutluyorlar. Google’da biraz araştırma yaparsanız Strazbourg, Colmar ve Münih’te kurulan Noel Pazarlarının Avrupa’nın en güzel ve meşhur pazarları olduğu karşınıza çıkıyor.
Strazbourg’a bizim gibi Noel döneminde giderseniz Noel Pazarlarını ve şahane ötesi süslenmiş evleri görebilirsiniz. Ama bence Strazbourg’a baharda veya yazın gidip Petit France bölgesini bir de çiçekli güneşli ve renkli görmek de şahane olur. Tamam kışın da güzel ama ne bileyim, böyle yerleri yazın görmek daha bir güzel oluyor bence.
Strazbourg’da dünyanın altıncı en büyük kilisesi Notre Dame Katedrali var ve evet gerçekten inanılmaz büyük. Kadraja sığdıramadım şahsen ben bir türlü, bir de yüzlerce insan sağda solda yürüdüğü için bir süre sonra fotoğraf çekmeye çalışmaktan sıkılıp çıplak gözle o muhteşem yapıyı izledim epeyce (Burayı okuyan Muro, hadi oradan diyecek tahmin edebiliyorum, tamam epeyce olmasa da bi beş dakika izlemişimdir ne var!)
Biz yapmadık ama Botarama denilen 45 dk ve 1 saat 15 dk şeklinde iki seçeneği olan bot turları varmış ve eğer uzun tura binerseniz Petit France’in yanı sıra AİHM ve AP’yi de görme şansı elde ediyormuşsunuz. Bizim zamanımız azdı yapamadık, yani varsa vaktiniz yapın. Ama kışın kapalı botlar oluyormuş, dedim size bence baharda ya da yazın gidin diyeeee ?
Bir gece Strazbourg’da konakladıktan sonra (ki Noel zamanı Strazbourg’da kalmak için evi arabayı falan satmak gerekiyor, resmen karaborsada oteller) ertesi gün Alsace Şarap Rotası olarak anılan rotanın seçtiğimiz birkaç köyünü ziyaret ederek Colmar’a geçtik. İnsanın arabasının olması (kiralıktı tamam ama) böyle bir seyahatte cidden çok rahat ettiriyor. Zira iki kişi koca jipi dört gün boyunca yemin ediyorum sömürdük. Arka koltuklar, torpidolar, koltuk altları, bagaj falan derken dört gün cidden ev gibi kullandık kendisini. Neyse buradan nereye bağlayacaksın derseniz, Alsace Şarap Yolu aslında bağ bozumunda gezilmesi gereken ve şarap tadımlarından üzüm bağlarından yeşilden başınızı döndürecek kadar güzel bir yol. Ama bizim gibi Noel zamanı giderseniz Noel Pazarlarını, süslenmiş evlerini ve yazın yapılan şarapları satan dükkanlarını gezerek kat ediyorsunuz bu yolu. Biz her köye uğramadık ama bence uğradığımız Obernai ve Riquewihr (Cinque Terre’den sonra) gördüğüm en güzel ve en huzurlu köylerdi. Şimdi aslında bu söylediğim biraz tezat, çünkü aslında ikisi de oldukça kalabalıktı ama insanlar yaşadıkları evlere, köylere o kadar iyi bakmış ki, o kalabalık bile sizi bıktırmıyor emin olabilirsiniz.
Obernai’yi heralde bir on dakikada bitiririz şeklinde gezmeye başladık ve kısa bir süre sonra ne kadar yanıldığımızı anladık. Aval aval ve de hayran hayran hemen her eve bakıp fotoğraf çektiğimiz için planımızda ufacık minnak bir sapma yaratmış olabilir ?
Obernai’den sonra ‘manzarası valla billa çok güzelmiş’ diye Muro’yu zar zor ikna ederek St. Odile Manastırı’na uğrayıverdik. Yani tamam bu uğrama söz konusu manastırın göğün tepesinde olmasından mütevellit virajlı ve de birazcık meşakkatli bir yolculuğa sebep olmuş olabilir ama yani manzarayı gören Muro tabii ki söylenmedi ve ben derin bir oh çektim. Sözün özü, manastırı gezmek konusunda dırdır edebilirsiniz, kesinlikle ‘iyi ki gezmişiz burayı da bebeğim ya’ tepkisini alacak, üç beş point kazanacaksınız. Kıps ?
Manastırı geride bırakıp Riquewihr’e geçiyoruz. Kasabanın girişinden itibaren bir trafik, sağda solda park etmiş araçlar(gerçekten yamaçlara, yol kenarına, boş bulunan her yere park etmiş arabalar vardı, omg Avrupa’da neler oluyordu, Walking Dead istilası gibi), delice bir insan kalabalığı bizi karşıladı. Hayır köyün gördüğümüz kısmı da o kadar tırt ki ‘lan bu kadar insan burada bizim göremediğimiz neyi görüyor’ diye kendimizi sorguluyoruz. Güç bela park yeri bulduk (4€ bayılarak) ve şuursuzca ilerleyen kalabalığa karıştık biz de. Basit görünen bir kemerin altından geçerek kasabanın merkezine vardığımızdaysa gerçekle karşılaştık. Riquewihr cidden şahane bir köydü, evet adım atacak yer yoktu ve hediyelikler delice pahalıydı, evet dünyanın en gerizekalı şarap satıcısına ev sahipliği yapıyordu, evet insanlar yüzünden fotoğraf çekmek imkansızdı ama ama ama burası çoook güzeldi ? Hayran hayran gezip biraz fazlaca para harcayıp ve hayatımda yediğim en güzel peynirli ekmeği yiyip mutlu mesut oradan da ayrıldık.
Ve son durak Colmar… Aslında hesaplarımıza göre gün batmadan önce Colmar’a varıp gündüz gözüyle de Petit Venice’i, Noel Pazarını falan görecektik amaaaa işte ah Riquewihr yok mu o Riquewihr… Orada birazcık fazladan harcadığımız vakitte tabii güneş batmıştı ve biz Colmar’ın karanlık haline denk gelebilmiştik. İlk başta biraz surat yaptım itiraf ediyorum (sanki Muronun suçuymuş güneşin batması gibi) ama sonra tribimin anlamsızlığını fark edip olsun gecesi de güzel buranın deyip surat asmayı kestim. Petit Venice’i bulmak biraz uzun sürdü, ben daha büyük bir yer bekliyordum belki de bilmiyorum ama bulana kadar baya kaybolarak gezindik. Bir kere Colmar haritasından ikimiz de hiçbir şey anlamadık, ama her seferinde tesadüfen de olsa gitmek istediğimiz sokağa çıktık. Colmar’ın Petit Venice’inden başka bir de alışveriş caddesi var, Avrupa’da nadir olarak pazar günü açık ve tıklım tıklım insan dolaşan bir cadde. Biz şok! Colmar’a farklı farklı yerlere beş tane Noel Pazarı kurmuşlar, levha falan da koymuşlar da bulabilelim diye, dediğim gibi biz birazcık kaybolduk o yüzden siz gitmeden önce bir güzel okuyun 🙂 Az önce dediğim gibi kaplumbağa misali arabamızı eve dönüştürünce iki gündür genelde marketten aldığımız şeyleri tüketiyorduk. Ama Colmar’da güzel ve romantik bir akşam yemeği yiyelim dedik, Petit Venice’in dibindeki restoranda rezervasyon yaptırdık ve güzeel bir yemek yedik. Restoranda bizimle ilgilenen garsonun da Türk asıllı olması ve komik Türkçesiyle bizimle konuşması da ayrıca bir hoşluk olarak aklımıza kazındı (Ay ne samimiyetsiz bir cümle kurdum ?)
Colmar’ı da böyle güzel bir geceyle ardımızda bırakıp sonraki rotamız olan Basel’e geçtik. Böylece ömrümdeki ilk Fransa seyahatimi de tamamlamış oldum. Bilmiyorum, gördüğüm yerleri o kadar sevdim ki, Paris’e gitmesem de olur. Bence zamanınız ve birazcık da paranız varsa bağ bozumu zamanı Alsace Şarap Yolunu ya da Noel zamanı Noel Pazarlarını gezip çok güzel bir tatile imza atabilirsiniz.
1 Yorum Var
Sevilmeyecek gibi değilmiş, fotoğraflardan bile bayıldım.