Photo: oprah.com |
Hayat çok garip, hayret edilesi ve bir o kadar hayran olunası bir döngüye sahip. Üzerine düşünmediğimiz rutin günleri yaşayarak geçiyoruz ömrümüzü. Güneş doğuyor ve batıyor. Aslında dünya kendi etrafında dönüyor, güneşi ‘doğuran’ ve ‘batıran’ yine dünya. Bu olayın mucizeviliği bile ilgilendirmiyor çoğu zaman bizi. Biz çünkü önemli hayatlarımızda, önemli işler yapmakla meşgulüz. Hep yoğunuz, her zaman doluyuz. Yatağımıza başımıza koyduğumuzda ne kadar yorulduğumuzu fark ediyoruz, ama üzerine düşünemeden de uykuya dalıyoruz.
Hislerimizi göz ardı ediyoruz. Yaşadığımız iyi ya da kötü şeylerin üzerine düşünmüyoruz; ben ne hissettim, neyi yanlış yaptım, bir sonrakinde nasıl yapmalıyım demiyoruz. Sadece otomatiğe bağlamış şekilde yaşıyoruz.Olay olup bitiyor, biz kendi hayatımıza seyirci oluyoruz.
Yeterince seviyor muyuz mesela? Yeterince güveniyor muyuz karşımızdakine? Yalan söylemeden, karşımızdakinin de yalan söylemediğinden emin olarak sürdürebiliyor muyuz ilişkilerimizi? Kalbimiz kırılsa çekinmeden anlatabiliyor muyuz problem olan şeyi? Hatalıysak geri dönüp özür dileyebiliyor muyuz? Açıklamasına izin veriyor muyuz hatalı olduğunu kabul edenin?
Kaybettiysek, kazık yediysek, terk edildiysek, aldatıldıysak devam edebiliyor muyuz hayatımıza? ‘Yeter artık bu kadar üzüldüğün’ diyebiliyor muyuz aynadaki aksimize? Dolmayacağını düşündüğümüz boşluklarda konaklamak isteyenlere izin veriyor muyuz yoksa mühürledik mi kapılarımızı bir daha sökmemecesine o soğuk balmumunu?
Belki cevaplarınız var her bir soruya belki de cevap verecek herhangi bir durum yok başınızda. İkincisiyse ne mutlu size de, ya birincisiyse? Zira her bir cevap yakar canını insanın yaraya basılan tuz misali, bilirim. Çünkü her bir cevap düşünmeyi gerektirir, hani en başta söylediğim hislerine dönüp de sormayı gerektirir, o canına yandığımız rutine gem vurmayı gerektirir.
Ama ne var biliyor musunuz, cevap verdikçe her birine yükümüz hafifler. Evet kalbiniz dipsiz kuyu gibi sonsuz siyah ve bomboş kalır ama içi boş bir kalbin sadece darası vardır ağırlık veren. Yoğunluğu azdır, yük yapmaz. Karanlık korkutur ama hafiflik de rahatlatır.
Ve zaman geçer gözleriniz alışır karanlığa ve yavaş yavaş seçer küçük ayrıntıları.Görürsünüz ki aslında bomboş değildir duvarları kalbinizin, sadece karanlıktadırlar ama oradadırlar. Her bir ayrıntı, sizi hayata bağlayan her bir detay oradadır işte. Bunu fark etmek bile korkunuzu azaltır, karanlıkta da yaşayabilirim dersiniz. Gülümsersiniz önce, sonra gülersiniz. Yaşamayı denersiniz önce, sonra dibine kadar yaşamaya başlarsınız. Sevmeyi denersiniz önce, ve gün gelir yeniden seversiniz.Güvenmeyi denersiniz önce, denersiniz de işte en zoru budur. Sevmeyi bile becerebilmişken tekrar, güvenebilir misiniz yine eskisi gibi?
Geçen on bir ayın ardından ben mi napıyorum?
Gülüyorum, yaşıyorum ve seviyorum yeniden…
Güvenebiliyor musun derseniz,
Gabriel Garcia Marquez’le veriyorum cevabımı:
“Her zaman seni üzecek birileri olacaktır.
Yapman gereken
insanlara güvenmeye devam etmek,
insanlara güvenmeye devam etmek,
kime iki defa güveneceğine
daha fazla dikkat etmektir.”
daha fazla dikkat etmektir.”
6 Yorum Var
Ne kadar iyi geldi yazın… Şu dönemlerde hissettiklerimi anlamlandırmaya çalışıyordum… Artık biliyorum: "otomatik yaşadığım hayattan yoruldum ben". yastığa kafamı koyup düşünmeye ihtiyacım var hemde çoookk uzun bir süre. Öyle uzun zamandır otomatik ve hızlı bir hayat yaşıyordum ki doyamıyorum yalnız kalıp iç hesaplaşmalarıma… Bıraksan sonsuza kadar tek başıma öylece dururmuşum gibi geliyor. Ama biliyorum öyle değil, bir yerde doyacağım ve dengeli bir hayat yaşamaya başlayacağım.
Ne önemlidir o güven meselesi. İnce bir çizgi, ipince bir iplik. Sana da bağlı, karşındakine de, hayata da. Nasıl bir oyundur ki sadece güvene bağlı. O kadar güvensiz kişiler çıktı ki hayatıma. Sonuncusu beni delgi ezdi geçti resmen. Bu saatten sonra güvenebilir miyim diye düşünmekten ben kendime güvenemez olmaya başladım bitanem. Elbet güveneceğimiz biri çıkacaktır karşımıza ama daha yara almadan olsun bu nolur..
ne yaşayıp göreceğimizi, neyi yaşayamayıp pişman olacağımızı bilememek bence hayat.. kaybetmekten korkmak, bi daha hiç yaşayamicağını düşündüğün anda daha güzelini bulmak hayat.. işte bu yüzden seviyorum yaşamayı.. umut hep var! güvenebilmek en zoru olsa da umut hep var canım, önemli olan inanmak! :*
Alice'in yazdiklarina tamamen katiliyorum. Umut hep var. Iyi ki..
Düsünsene, ölecegimizi bile bile yine de yasiyoruz, yasamaya calisiyoruz, hayaller kuruyoruz, planlar yapiyoruz. Yani herseye ragmen yasamaya calisiyoruz. Ölmek kesin oldugu halde, onu bile bile yasiyoruz yine de. Öyleyse? Aldatilmak (ne konuda olursa olsun) illaki de kesin olmadigina göre, elbette güvenecegiz insanlara. Yoksa yasayamayiz ki?
Tabii ki cok dikkatli ve temkinli olmakta fayda var herzaman ama her insana da bir sans vermek gerekir, zamanla güvenmekte (hakli oldugumuzu görecegiz zaten. Kisinin yaptiklari, o kisiyle yasadiklarimiz bunu bize zaman icinde gösterir.
Aci tecrübeler nekadar can yakici ve güven sarsici olsa da, hayat devam ediyor. Kendine ve karsindakine sans ver Hamide…cünkü gercekten: Umut hep var! (Ben bunu bizzat yasadim)
tatlım hatırlıyormusun sana bır hıkaye anlatmıstm kahramanı suan ask dolu teyzem….neler yasıyoruz hayatta ne kazıklar hupletıyoruz deıl mı ama hepsı gecıyor sadace daha saglam oluyoruz mutlu ve saglam… senın cok mutlu oldugun ve olacagın oyle aıskar kı..dıyeceksın kı yazık gecen zamanıma ben sımdı sevılyıorum…sevgıler
benim eserim Gabriel Garcia Marquez en sevdiğim adam