Yeni isimde altinci ayimi yani deneme süremi bitirmeme sayili günler kala Almanya’daki ikinci isimi nasil buldugumu anlatmak isterim. Ha umrunuzda mi degil ama olsun ben yine de anlatmak istiyorum 🙂
Gecen yil bu vakitler yaklasik 1,5 senedir calistigim sirketin benim yaptigim ise benim kadar önem vermedigini fark ettim. Ben „Business Continuity & Crisis Management“ diye özellikle 11 Eylül saldirilarindan sonra önemi artmis, Türkiye’de adi pek duyulmamis ama dünyada cok yaygin ve önemli olan bir dalda calisiyorum. Isimi cok seviyorum, yaparken cok sey ögreniyorum ama bir yandan da sürekli üst düzey yöneticilerle iletisimde olmak ve yaptigim isi kurum ici kültüre yaymak icin onlarin destegini elde etmek icin ugrasmak yorucu. Türkiye’de calisirken bu konuda rahattim, cünkü cok oturmus bir sistematigimiz vardi. Ama Almanya’ya gelmemi saglayan sirkette daha önce böyle bir yapi yoktu ve benden sistemi kurmami ve yönetmemi istemislerdi. Dedigim gibi 1,5 yil isler güzel gitti ama sonrasinda üst yönetimin öncelikleriyle benim sisteminin kesismedigini fark ettim. Bekledigim destegi alamiyordum, bazen de haksiz yere bazi hatalardan ben sorumlu tutuluyordum ve maalesef bagli oldugum yöneticim ekip ve insan yönetmede, arabuluculuk gibi konularda ciddi olarak tecrübesiz biriydi. Sözün özü önce öylesine sonra da ciddi ciddi is aramaya basladim.
Almanya’da is ariyorsaniz karsiniza cikan ilanlarin %80’i Almanca oluyor maalesef. Bircok sirket –her ne kadar uluslararasi sirket de olsa- Almancayi akici konusabilmenizi bekliyor. O dönem benim almancam A2 seviyesindeydi, zira calistigim sirketin resmi dili ingilizceydi, kursa gitsem de itiraf etmem gerek pek de üzerine düsmedim. Linkedin üzerinden is basvurulari yapmaya basladim. Bu kez Almanya’da yasadigim ve hali hazirda calisma iznim oldugu icin daha cok geri dönüs aldim, birden fazla telefon mülakati yaptim.
Ancak tam bunlar alirken Murocum birden Ingiltere’den reddedemeyecegimiz güzellikte bir teklif aldi ve bizim planlar birden alt üst oldu. Ben is degistireyim diye basladigimiz yaz aylarini Muro’nun (yine yeni yeniden) ülke degistirmesiyle tamamlayacaktik. Ne demisler, kul plan yapar allah yukaridan bakip gülermis. Tam olarak öyle bir andi bizim icin. Vermemiz gereken karar birden “ee tasiniyor muyuz simdi ingiltere’ye?” oluverdi. Evet Münih’te nihayet bir düzen kurmustuk, keyfimiz de yerindeydi ama gelen teklif Muro’nun kariyeri acisindan sahane bir teklifti. Uzun uykusuz geceler sonrasi karar verdik: Muro gidiyor ve ben kaliyordum. Bu sürecte ben de is arayacaktim, sadece Almanya’da degil Avrupa’da da. Amacimiz Muro’nun deneme süresi bitene kadar birimizin AB calisma iznini korumakti. Olur da Ingiltere’de isler iyi gitmezse buraya dönüp benim üzerimden kolayca calisma izni alip is arayabilirdi böylece.
Neyse konuyu dagitmayalim bir yandan Muro Ingiltere calisma izni islerini hallederken diger yandan ben de is ariyordum. Bir gün su an calistigim sirketin Belcika ofisi icin acilan tam olarak beni tanimlayan bir ilanini gördüm ve basvurdum. Acikcasi aramazlar diye düsünüyordum. Ama birkac gün sonra telefon mülakati icin gün teklif ettiler. Önce Insan Kaynaklarindan bir kizla yaklasik yarim saatlik bir mülakat yaptik, neden is degistirmek istiyorum, neden onlarin sirketinde calismak istiyorum, maas beklentim ne, calisma iznim var mi vs gibi genel sorular sordu. Pesine de mail atip ilani acan ekibin yöneticileriyle telefon mülakati icin tarih teklif etti. O tarihte yaz tatili icin Mykonos’ta olacaktik ama sonucta telefon mülakati icin nerede oldugun cok da fark etmiyor. Otel odasinda yaklasik bir bucuk saat hattin ucundaki iki yöneticiyle uzun uzun konustuk. Daha dogrusu onlar sordu ben anlattim, %90 daha önceki islerimde neler yaptigim, hangi rollerde calistigim, sorumluluklarim vs gibi konular hakkinda konustuk. Mülakatin sonunda ben onlara bu is icin Fransizca ögrenmem gerekip gerekmedigini sordum, hatta sakayla karisik daha Almancaya yeni baslamistim vs dedim. Bunun üzerine onlar „ayni sartlarda bu is Almanya’da olsa onu mu tercih ederdin?“ diye sordular, ben de onlara dürüstce “evet, Almanya’yi tercih ederdim ama sonucta ise basvururken de bu isin Belcika’da oldugunu bilerek basvurdum, yani oraya tasinmam gerekirse tabii ki tasinirim“ dedim. Mülakatin bitiminde „tamam o zaman biz senin CV’ni Almanya’daki arkadaslara da iletelim, kendimiz icin de degerlendirmeye devam edelim“ dediler. Bana göre bunun Türkcesi „biz sizi arariz“ deyip hicbir zaman aramamak. Ben de acikcasi öyle düsündüm.
Aradan neredeyse bir ay gecti, ben yaptigim mülakati bile unuttum, baska seylerle ugrasirken bir mail geldi, o sirketin Almanya ofisinden biri diyor ki belcikali arkadaslar CVnizi iletti, biz de cok etkilendik, su gün su saatte telefon mülakati yapabilir miyiz. Ya dedim yapmaz miyiz tabii yapariz. Su an yöneticim olan kisiyle yaklasik bir saat süren bir telefon mülakati daha yaptik. Ayni sorulari bu sefer de o sordu, ben yine yanitladim. Görüsmenin sonunda da dedim ki „bakin benim almancam iyi degil, eger bu sorun olacak mi bilmek isterim“ o da dedi ki „yok canim ne sorunu, biz uluslararasi bir sirketiz, bir sürü ingilizce konusan müsterimiz var, hic sikinti yasamazsin“ Icim rahatladi bunu duyunca acikcasi. Son olarak benden bana Almanya’daki pozisyonun linkini gönderecegini, resmi olarak sürecin baslamasi icin o linkten basvuru yapmam gerektigini söyledi. Ben de söyleneni yaptim. Birkac gün sonra gelen otomatik mailde, üzgünüz ama sizi ise alamayiz cünkü bu is icin Almanca bilmek gerekiyor yaziyordu ve basimdan asagiya kaynar sular döküldü. Ee hani Almanca sorun degildi, hani gayet iyi gecmisti de resmi süreci baslatmistik falan. Önce biraz agladim, sonra da dedim ki bu normal degil. Koskoca partner olmus adam bana yalan mi söyleyecek, bu iste bir bit yenigi var deyip detektiflige basladim. Önce otomatik maildeki mail adresine yazdim, yanit alamadim. Sonra orijinal ilanin altinda yazan maile yazdim, ondan da cevap gelmedi. Sonra Belcika IK’dan görüstügümüz kiza maille anlattim durumu, o da bana Almanya’daki kisileri tanimadigini söyleyerek ilgili olabilecegini düsündügü kisilerin mail adresini iletti. Bu kez de o kisilere yazdim, yetmedi aradim durumu anlattim. En nihayetinde uzun ugraslar ve konusmalar sonucu mailin otomatik olarak geldigini, internal sürecimin devam ettigini merak etmemem gerektigini ögrendim. Ne diyorduk, pes etmiyoruz!
Bitti mi? Tabii ki hayir. Normalde Berlin ofisinde calisan yöneticim bir de yüzyüze mülakat yapmak istedigini söyledi. Boyumu posumu görmek istedi heralde. Kalkti Berlin’den sirf bu 1 saatlik mülakat icin Münih’e geldi. Yaklasik 1,5 saat kadar Münih ofisinde mülakat yaptik bu kez de. Bana dedi ki sen bizim arayip bulamadigimiz kisisin, senin gibisi yok (abartmiyorum cidden), bizimle calis, bir seneye yükselirsin. Orada Almanca meselesini bir daha sordum, hic sorun yok dedi, ayrica bir bucuk yil boyunca dil kursu ücretimi ödeyeceklerini belirtti. Danismanlik isi oldugu icin cok seyahat etmem gerektigini, ama bir yandan da istedigim zaman evden calisabilecegimi söyledi. Ayrilirken bir de Münih ofisindeki direktörle mülakat ayarlayacagini söyledi.
Aman yarabbim ya! Sanirsin NASA’ya astronot aliyorlar ya da CIA’e ajan… Hep ayni seyleri anlatip duruyorum iste, bu kacinci diye ic gecirsem de olur dedim onunla da görüselim. Iki hafta sonra da Münih’teki direktöre anlattim tek tek ayni seyleri. Hatta mülakatin bir kisminda almanca konustuk. Bana danismanlik isine has „projende su durumla karsilasirsan ne yaparsin, müsteriden kizgin bir email gelirse nasil cevaplarsin“ vs gibi sorular sordu. Daha önce hic danisman olarak calismamama ragmen danismanlarla cok calistigim icin empati kurup yanitlamaya calistim sorulari. Mülakatin sonunda hobilerim arasinda blogging yazdigini, ne konuda yazilar yazdigimi sordu. Ben de blogumdan ve Instagram hesabimdan bahsettim, hatta influencer dünyasinin entrikalarini anlattim. Cok ilgilendi, vay be neler varmis falan dedi. Güldük ettik. Bir iki gün sonra yöneticim aradi, bu sefer de finansal konulari, yan haklari vs konustuk. En nihayetinde ilk basvurumdan neredeyse bes ay sonra kontrati gönderdiler.
Sonrasini az cok biliyorsunuz zaten, önce istifa ettim, pesine kolumu kirdim bir gün sonra da babaannemi kaybettim. Yilbasindan sonra Muro Londra’ya tasindi, orada ev aradik bulduk tasindik. Önce o yeni isine basladi, sonra ben Almanya’ya geri döndüm ve yeni isime basladim. Sonrasinda nasil gectigini anlamadimiz, ayda bir Münih-Londra mekik dokudugum ilk alti ayi bitirdik bile. Bakalim önümüzdeki alti ay neler getirecek?
Son olarak almancayla ilgili söylenenler ne durumda derseniz: Külliyen yalan cikti 🙂 Baya baya almancayla yatip almancayla kalkiyoruz, sanirim ofiste iki üc kisi haric herkesin ana dili ya almanca ya da ana dili gibi almanca konusacak seviyede. Bazi toplantilar ingilizce yapilsa da genel olarak her sey almanca hallediliyor. Benim anlama konusunda cok sikintim yok, almanca mail göndermeye de basladim ama konusma konusunda ayni cesareti gösteremiyorum hala. Lanet olsun icimdeki mükemmeliyetci terazi kadinina. kafa göz yararak da olsa konus diyorlar ama ben konusacaksam eger mükemmel konusmaliyim kuralina göre cümle kurmaliyim seklinde kendi icimden gelen baski sebebiyle icime kapaniyorum resmen. Neyse ama yine de ilk basladigim zamanlara göre coook iyiyim. Daha da iyi olacak inaniyorum. Seni de yenicem almanca, göreceksin 😀
Bu arada Türkiye’den Almanya’ya gelirken yasadigim is arama, bulma, mülakat, calisma izni ve tasinma sürecimle ilgili detayli yazilari “Münih’te Yasam” basliginin altinda bulabilirsiniz.
1 Yorum Var
Yaa ben de inanıyorum, Almanca ile olan savaşında sen galip geleceksin 😊