” Kader kavramı yaşla gelen bir düşünce. Insan gençken genellikle düşünülmez bu ve her olan şey kendi istediğinin ürünü gibi görünür. Kendini taş ardına taş dizip koşacağı yolu yapan bir işçi gibi görürsün. Yalnızca çok çok ileri vardığında fark edersin ki yol zaten örülüdür, bir başkası onu senin için çizmiştir ve sana orada yürümekten başka bir şey düşmez. Bu genellikle 40 yaşına doğru yapılan bir keşiftir, o zaman olanların yalnızca senden kaynaklanmadığını sezmeye başlarsın. Bu tehlikeli bir andır, klostrofobik bir yazgıcılığa kaymak işten bile değildir. Alın yazısını bütün gerçekliğiyle görebilmek için birkaç yılın daha geçmesini beklemek gerekir. “
Ne zaman geri dönüp yasadiklarima baksam, aklima hep Susanna Tamaro’nun “Yüreginin götürdügü yere git” kitabi düser, orijinal adiyla follow your heart… Ilk okudugumda belki 13 belki 14 yasindaydim, su anki hayatima sahip olmayi birak, onlari hayal bile edemeyecek imkanlara sahip kücük bir kizdim. Cok etkilenmistim büyükannenin torununa hayatla ilgili verdigi nasihatlerden. O yasta bir kiz hayata dair ne biliyorsa iste… Gecen yillar icinde ben bu kitabi üc kez daha okudum, farkli zamanlarda farkli sehirlerde farkli kosullarda her seferinde farkli bir ben olarak okudum ayni satirlari.
Ilk okudugumda maddi olarak cok kötü durumdaydik. Babam issiz, annem evlere temizlige gidiyor, merdiven siliyor ki eve ve bize bakabilsin. Ben lisedeyim, her seyi özenebilecek, her seyi gurur yapabilecek, kücük bir müdahaleyle belki de cok kötü yollara sapabilecek bir yasta. Dedim ya, su anki halimin videosunu izletseler bana inanmayacak kadar bambaska sorunlarla mücadele ediyorum. Tek odali, sobali, hepimizin ayni odada yedigi ictigi uyudugu kücük evimizde okuyorum, hep okuyorum. Cocuklugumu bilip burayi okuyan insanlar varsa hatirlarlar, elimden kagit kalem kitap hic düsmüyor, ben hep bir seyler okuyorum. Dünya klasiklerini okuyorum, bir gün yataga basimi Raskolnikov’la koyuyorum, ertesi sabah Martin Eden’la uyaniyorum. Yaziyorum da, günlük yaziyorum, kisa hikayeler yaziyorum, hicbir sey yazmazsam sira arkadasima (can dostuma) mektup yaziyorum. Ders calisiyorum ve de; hic durmadan calisiyorum. Bir yanda televizyonun sesi, bir yanda o zamanlar yerinde durmayan kücük kardesin dürtmeleri ben sobanin yaninda ders calisiyorum. Cünkü biliyorum ki eger bulundugum kosullari degistirmek istiyorsam, bunun yolu calismak… Sadece ve sadece calismak…
Kitabi ikinci kez okudugumda 21 yasindayim, üniversiteyi bitirmisim. Önümde iki yol var, ya Eskisehir’de yasamaya devam edip bir süre issiz kalacagim ya da Istanbul’a tasinacagim; hayatta yasayamam dedigim bir yere, kalabaliga, yalnizliga gidecegim. Iste o zaman yetisiyor kitap imdadima. Okuyorum ve soruyorum kendime, yüregim sen ne istiyorsun diye. Sonra tasiniyoruz yüregimle birlikte. Koca sehirde yalniz, minicik bir hayat kuruyorum kendime ve yine calisiyorum.
Kitabi elime ücüncü kez alisim, hayatimin en büyük kazigini yedikten hemen sonra oluyor. 25 yasindayim ve gercek kötülükle ilk kez o zaman tanisiyorum. “Her zaman yapılan yanlış nedir, bilir misin? Yaşamın değişmez olduğunu sanmak, trenin ray değiştirmeden sonsuza kadar gideceğini düşünmektir. Oysa kaderin hayal gücü bizimkinden daha renklidir. Artık çıkış yolunun kalmadığını sandığın bir durumda umutsuzluğun zirveye vardığında, rüzgar hızıyla her şey değişir, altüst olur ve bir andan ötekine geçerken kendini yeni bir yaşantının içinde bulursun.” diyor büyükanne torununa. Bana da tam olarak böyle oluyor iste. Rüzgar hiziyla her sey degisiyor, altüst oluyor ve ben bu kez altüst olan hayatimi yeniden düzene sokmak icin calisiyorum.
Dört yil geciyor aradan, hani filmlerde olur ya “4 yil sonra…” yazar siyah ekranda beyaz fontla. Bu kez yine büyük bir karar icin aciyorum sayfalari. Sevdigim adamin pesinden gitmeli miyim yoksa sevdigimden vazgecmeli miyim? Demir alip bilinmez sulara yelken mi acmaliyim yoksa kiyida demirli, sakin ama yalniz mi kalmaliyim? ” Önünde pek çok yol açılıp sen hangisini seçeceğini bilemediğin zaman, herhangi birine, öylece girme, otur ve bekle. Dünyaya geldiğin gün nasıl güvenli ve derin derin soluk aldıysan, öyle soluk al, hiçbir şeyin senin dikkatini dağıtmasına izin verme, bekle ve gene bekle. Dur, sessizce dur ve yüreğini dinle. Seninle konustuğu zaman kalk ve YÜREĞİNİN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİT. “ diyen büyükanneyi dinliyorum bir kez daha ve yüregimin pesine takilip sahip oldugum her seyi geride birakarak bambaska bir ülkeye tasiniyorum.
” Mutsuzluk genel olarak dişi çizgiyi izler. Bazı kalıtsal anomaliler gibi anadan kız evlada geçer. Geçerken de zayıflayacağına daha yoğun,daha kalıcı ve derin olur. O dönemler erkekler için çok daha değişikti. Meslekleri vardı,siyaset ve savaşlar vardı; enerjilerini dışa vurup rahatlayabilirlerdi. Bizse bunu yapamazdık. Biz kuşaklar boyunca yalnızca yatak odasını,mutfağı,banyoyu tanıdık; binlerce, milyonlarca adım atar, iş görürken hep aynı kini, doyumsuzluğu içimizde taşırdık.” Dördüncü kez basimi büyükannenin omzuna yasladigimda iste bunlari fisildiyor bana. Soruyorum ona: Kimin sucuydu mutsuz birine dönüsmem, genlerimin mi, etrafimdakilerin mi yoksa tamamen benim mi? Yaptigim ilk ve muhtemelen tek kötülügün sorumlusu kim? Yürüdügüm yoldan, hayatimdaki her seyden ve herkesten vazgecme kararini bir anda aldiracak kadar aciyi kim yaratti? Büyükanne yine fisildiyor kulagima: “İnsanın kendi iç dünyasına bakmak istemediği zaman bahaneler bulması dünyanın en kolay şeyidir. Dıştan bir suçlu her zaman vardır. Suçun -ya da daha iyisi sorumluluğun- yalnızca bize ait olduğunu kabullenmek çok cesaret ister. Gene de sana söylemiş olduğum gibi, ilerleyebilmek için tek yol budur.”
Su an neredeyse 32 yasindayim. Bir zamanlar hayalini bile kuramadigim bircok seye sahibim. Hepsini calisarak elde ettim. “Yalnızca acı insanı geliştirir. Ama acıyla göğüs göğüse gelmelisiniz, kaçmaya çalışan ya da ağlayıp sızlayan kaybetmeye mahkûmdur.” diyen büyükannenin sözünü dinledim, basima gelen her seyi kabullendim. Akintiya karsi mücadele etmek yerine kendimi akintiya biraktim. Belki akan sular selaleye tasiniyordu ya da sakin bir denize. Her olasiligi kabullendim. Cünkü böyle mutluyum, huzurluyum ve güclüyüm. “Güçlü olabilmek için insanın kendini sevmesi gerekir; kendini sevebilmek için de insan, kendini derinlemesine tanımalı, kendi hakkında her şeyi, en gizli, kabullenilmesi en zor şeyleri bilmelidir.”
Uzun bir yazi oldu farkindayim, yine kitabi okuma istegimin geldigini fark etmek de zor degil sanirim. Buraya kadar okuduysaniz tesekkür ederim. Kisacik bir ömürde cok cok sey yasamis bir insan olarak söylüyorum; basiniza ne gelirse gelsin pes etmeyin. Icinden cikamayacaginizi sandiginiz anlarda da, bunu da atlatamam dediginiz olaylarda da, para kaybetseniz de, sevdiklerinizi topraga verseniz de pes etmeyin. Acinizi kabullenin, varsa sucunuzu ve sorumlulugu da kabullenin. Derin bir nefes alin ve kendinize tekrar edin: Bu hayatta hicbir sey ama hicbir sey sabit kalmiyor, sizin icinde bulundugunuz kosullar da öyle. Her sey degisiyor, herkes degisiyor, hayat milyonlarca yildir sürekli degisiyor. Hicbir sey kalici degil. Her durum, her duygu, her an, her his ve herkes gecici…
Ve bir de kimseyi yargilamayin. Amerikan Kızılderililerin şöyle bir deyişi varmış: ” Bir insanı yargılamadan önce gökte üç ay eskiyinceye dek onun mokasenlerinde yürü.” Pesin hükümlü olmayin. Kendi hayatiniz ve duygulariniz disinda hic kimsenin hayatini, yasadiklarini bilmiyorsunuz; en yakininizda da olsa sokakta gördügünüz biri de olsa herkesin yasami size, bana, hepimize yabanci… Hayat bir dengeden ibaret. Her gün yüzlerce insan ölse de bir o kadar bebek geliyor dünyaya. Biz dünyadaki sulari tüketirken, bir o kadar yagmur yagiyor. Dünyanin bir yarisi kisi yasarken diger yarisi yazi yasiyor, bir tarafi geceyi yasarken diger tarafi gündüzü. Evren terazisini bir sekilde dengelemek zorunda. Bizim hayatlarimiz da öyle… Bu hayatta terazisi esit olmayan kimse öteki dünyaya gecemiyor. Can yaktiysa cani mutlaka yaniyor, caldiysa bir gün kaybediyor, hak yediyse bir gün kendi hakki da mutlaka yeniyor. Terazi esit olmak zorunda! O yüzden bu dünyada yaptigimiz iyilik de kötülük de mutlaka ve mutlaka gelip bizi buluyor.
Sevgiler,
13 Yorum Var
Soluksuz okudum bütün satırları, bazıları da yüreğime değerek…
Daha nice başarılacak hedeflere olsun.
evet nice basarilara hep birlikte…
10 değil 100K’lık bir yazı olmuş. Tam da ihtiyacım varken. Ellerine, yüreğine sağlık canım arkadaşım.
canim benim tesekkür ederim 🙂
Ne kadar icten yazmissin,aglattin!
yaa aglamak yok
Ruha dokunan, insana birçok farklı duyguyu hissettiren ve hayata dair duşündüren harika bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık. Ayrıca; Instagram’da kaydırma özelliğinin gelmesine çok sevindim siz bunu çoktan hak etmiştiniz. Sevgiler 😊💜
Ruha dokunan, insana birçok farklı duyguyu hissettiren ve hayata dair duşündüren harika bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık. Ayrıca; Instagram’da kaydırma özelliğinin gelmesine çok sevindim. Sevgiler 😊💜
begenmene cok cok sevindim 🙂
Ne güzel bir yazi olmuş bu böyle; severek okudum.
Ve bazi alintilari not aldim, kendi sayfamda paylaşmak üzere😍
tesekkürler tatlim
Merhaba 🙂 uzun suredir boylesine icten bir yazi okumamistim. Kelime bulamiyorum ifade edebilecek. Sanirim tekrar okuyacagim kitabi 😊
ya cok tesekkür ederim, sevgiler.