Müze deyince genelde benim aklıma antik eserler, eski paralar, kralların kraliçelerin gösteriş olsun diye birbirlerine hediye ettikleri fonksiyonsuz ev eşyaları, genelde Hz. İsa’yı çarmıha gerilirken ya da Meryem’i doğum yaparken resmeden tablolar falan gelir ve defalarca söylediğim gibi müze gezmeyi çok sevmem. Özellikle yurt dışında bir şehri görmeye gitmişsem çok orijinal ya da marjinal değilse müzeleri planıma dahil etmem. İsterseniz sığlık isterseniz cahillik deyin ama Vatikan Müzeleri ve Uffizi Galerisi dışında aman aman bayıla bayıla gezmedim hiçbir müzeyi.
Ama dediğim gibi eğer konsept olarak bildiğimiz ‘müzelerden’ farklıysa da genelde o müzeyi rotamıza katar, yanımdakileri de buraları gezmeye mahkum edebilirim. Mesela Almanya’nın Nördlingen şehrindeki Krater Müzesi, Münih’teki BMW Müzesi, Stutgart’taki Mercedes Müzesi, İstanbul’daki İş Bankası Müzesi gayet orijinal mekanlardı. Ama müze olayında çığır açan bir yer varsa bence Kırık Kalpler Müzesi’dir yani Museum of Broken Relationship…
Adından da anlaşıldığı gibi burası kırık kalplerin sergilendiği bir müze, tabii ki kelimenin gerçek anlamıyla baya yürek koyup sergilemiyorlar ama bitmiş ilişkilerin, kırılan kalplerin, yitirilen insanların ardından geriye kalan eşyalara ve hikayelerine ev sahipliği yapıyor burası. Evet müzede sergilenen her bir eşya gerçekten sonlanan bir ilişkiden arta kalmış. Şimdi zannetmeyin ki ilişki deyince klasik kadın-erkek ilişkisi, mutsuz biten bir aşk hikayesinden bahsediyoruz, Kırık Kalpler Müzesinde aşk hikayelerinin yanı sıra annesini, babasını, kardeşini kaybeden insanların getirdikleri eşyaları da görebiliyorsunuz. Tabii ki hikayeleriyle birlikte… Evet her bir eşyanın yanında o eşyayı kimin getirdiğini ve neden kırık bir kalbe ev sahipliği yaptığını anlatan öyküsü yazıyor.
Kırık Kalpler Müzesi Zagreb’de ve Los Angeles’ta olmak üzere dünyada şu an iki tane şubesiyle ziyarete açık. Ama zaman zaman eşyalarla birlikte çeşitli ülkelerde sergiler düzenleniyor ve müzenin gezici versiyonunun dünyada birçok insana ulaşması sağlanıyor. Hatta İstanbul’da 2 Şubat-19 Şubat arasında İstinye Park’ta da Kırık Kalpler Sergisi varmış.
Şu ana kadar 44 farklı yerde sergi düzenleyen fikir babaları, 2010 yılında ‘en inovatif müze’ yarışmasında da birinci olmuşlar. Dedim ya müzedeki eşyalar ‘gerçek’ diye, mesela siz de biten ilişkinize ait bir eşyayı (ne kadar saçma olduğunun önemi olmaksızın) hikayesiyle birlikte müzeye gönderebilirsiniz. Şu an dünyanın her yerinden gelen binlerce eşyaya ve hikayeye sahip olduklarını söylüyor müzedeki görevliler, biraz da bu yüzden dünyanın farklı yerlerinde sergi kurma fikri ortaya çıkmış, yani aslında aynı anda birden fazla Kırık Kalpler Müzesini/sergisini gezdiğinizde her birinde bambaşka eşyaları göreceksiniz demek oluyor bu…
Zagreb’e gitmeden önce orada nerelere gidebileceğimi araştırırken olmazsa olmazlardan biri olarak çıktı karşıma bu müze! Hikayesini okur okumaz kesinlikle gitmeliyim dedim ve yerini, açılış kapanış saatlerini, bilet sistemini falan her şeyi önceden okudum. St. Marks Kilisesine bir dakika mesafede olan Kırık Kalpler Müzesi kesinlikle ve kesinlikle görülmesi gereken bir müze. Bilet ücreti 30 kuna yani yaklaşık 4 €. Yazları (1 Haziran-30 Eylül) sabah 9’dan akşam 22:30’a kadar açık, kışınsa (1 Ekim – 31 Mayıs) 9:00-21:00 arasında gezebilirsiniz ve her gün! Evet bu müzenin en güzel yanlarından biri de her gün açık olması. Müzeyle ilgili detaylı bilgiyi, gelecek sergileri ve müzedeki eşyaların fotoğraflarını BURADAN inceleyebilirsiniz, hatta sitenin açılışındaki harita üzerinde kalbiniz kırıklığını ya da biten ilişkiniz sonrası hissettiklerinizi paylaşabilirsiniz.
Her bir eşyadan ve hikayesinden o kadar çok etkilendim ki, bir yazının bir paragrafına sıkıştırmak istemedim bu müzeyi. Bence biten ilişkinin ardından, giden sevgilinin ardından, kaybedilen bir yakının sonrasında hissedilen her duygu çok özel! Çoğu zaman hissettiklerimizi geçiştirmeyi seçiyoruz biz, ayrılıkların ardından inzivaya çekilip kaybı sindirmektense ‘kafamı meşgul etmeliyim’ mantığıyla kendimize uğraşlar yaratıyoruz. Mücadele etmek yerine kaçmayı saklanmayı seçiyoruz genellikle. İlişkiden geriye kalan ne varsa atıyoruz, yakıyoruz ya da çok sevdiğimiz biri öldüğünde eşyalarını toparlayıp ihtiyaç sahiplerine dağıtıyoruz. Kendimize hiçbir şey bırakmıyoruz, gideni hatırlatacak hiçbir şey kalmamalı geride, değil mi?
Bu müzeyi gördükten sonra çok da emin değilim bundan. Gidenin yokluğuyla mücadele etmek yerine, kaçmak ya da geçiştirmek ne kadar doğru? Kalbimizin odalarını yavaş yavaş süpürmek ve gidenin arkasından kendimize çeki düzen vermek yerine her şeyi bir sandığın içine tıkıp gömmek ne kadar sağlıklı?
İşte Kırık Kalpler Müzesinin bana düşündürttükleri bunlar… Acaba siz neler düşünürdünüz burayı görseniz?
Yorum Yok