Yurtdışına taşınma hikayemi anlattığım bu seride yazdığım ilk yazı olan ‘Karar Verme’ yazımda kamuoyu ikiye bölündü, bir kısım okur eşimin yanına yuva kurmak amacıyla gidişimi çok çok yanlış anlayıp ‘vurun kahpeye’ tadında yorumlar yaparken, sağolsun aile birliğine ve dirliğine önem verenler kararımı destekleyerek beni yüreklendirdi. Ben de bu gazla arayı soğutmadan kararım sonrası yaklaşık bir yılımı alan iş arama ve bulma hikayemi anlatmak istedim.
Efendim, bir önceki yazımda söylediğim gibi ‘Muro gelmiyorsa ben giderim’ restimden sonra durumun vahametini anlayan bünyem yapılacaklar listemin birinci maddesi üzerinde çalışmaya koyuldu. En son 2009 yılında iş aramış bir insan olarak bu konuda oldukça paslandığımı özgeçmişimi okuyunca anladım. O yüzden Muro’nun da yardımıyla özgeçmişimi güncelledim, Linkedin’de kendimi über-süper yeteneklere sahip biri haline getirdim. Şimdi böyle deyince sanmayın ki olmayan özelliğimi oraya yazarak kendimi pazarladım, tabii ki yapmadım. Hatta şeytan kulağıma ‘Almanca seviyeni B1 mi yazsam’ diye fısıldasa da paşa paşa ‘beginner’ yazarak elenmeyi göze aldım. Yedi buçuk yıldır çalıştığım kurumda ilk üç yıl iş analisti olarak çalışıp sonraki dört buçuk yıl boyunca iş sürekliliği uzmanı olarak çalışıyordum. Türkiye’de yeni yeni duyulan bu disiplin başta İngiltere olmak üzere Avrupa ve diğer dünya ülkelerinde oldukça ilerlemiş bir disiplin. Endüstri Mühendisliği ve İşletme okuduğum için hem teknik hem de sosyal olarak eğitim alıp üstüne de yine teknik ve sosyal yönü eşit derecede önemli olan iş sürekliliği gibi bir dalda çalışıyor olmam umudumu yükseltse de Almanya gibi diline ve kültürüne önem veren bir ülke için Almancam oldukça yetersizdi. Yine de Linkedin’in seçtiğin kriterlere uygun işler için gönderdiği iş alarmlarını gönderdiği ‘Job Alerts’ uygulaması üzerinden gelen ilanların yapabileceğimi düşündüklerimin tümüne başvurdum.
İş aramanın da en kıl yanı her şirketin kendi kariyer sayfası üzerinden üyelik yaratması ve özgeçmiş oluşturması. Hayır jobbörse.de, monster.de, linkedin gibi sitelerde zaten özgeçmişim var, kur bağlantını al oradan bilgileri!! Ama yok, illa kendisi bir kullanıcı adı şifre belirletecek, o şifre de lanet bir şekilde bir büyük bir küçük harf bir sembol olup en az sekiz karakter içerecek derken baktım işin içinden çıkamıyorum ‘şifreler’ adında bir excel tutmak zorunda kaldım. BMW, Aldi, Allianz, MünchnerBank, UniCredit falan filan derken Münih’te faaliyet gösteren tüm şirketlerde sapık gibi profil oluşturdum. Ama bir iki aklı başında firma linkedin ile bağlantı sağlamıştı da doğrudan ‘başvur’ butonuna basarak başvurabildim. Ha ne fark etti, sonuç ne derseniz, tabii ki yine red yine red…
Gittiğim ülke Almanya değil de başka bir ülke olsaydı eminim dil engel olarak bu kadar karşıma çıkmazdı ama Almanya’da şirket içi günlük konuşma dili İngilizce olsa bile birçok şirket çalışanının sosyal hayata uyum sağlayabilmesi (ve sanırım biraz da milliyetçilikleri sebebiyle) için bırakın ‘iyi derece İngilizce, tercihen Almanca’ şeklinde belirtmeyi o upuzun ilanı direkt almanca yayınlıyor. Hal böyle olunca profilime uygun olduğunu düşündüğüm ilanları cümle cümle google translate ile çevirdim ya da Almanca hocamdan yardım alarak gereken nitelikleri belirledim, hatta bu ilanları çözmeye çalışırken Almancamı ilerlettim baya baya 🙂 Açıkçası ilanı Almanca olarak yayınlamış şirketlerden (aklıma gelen başlıcaları BMW ve Allianz mesela) hep red yanıtı aldım. İlk başlarda buna üzülüyordum ama sonra baktım kişisel değil alınganlığı bıraktım.
Tam bir yıl boyunca yüzlerce ilana başvurdum, Münih’te ‘business continuity’ üzerine çalışan insanları (yine linkedin üzerinden) bulup stalkladım ve hatta itiraf ediyorum fotoğrafından eli yüzü düzgün olup yardım edeceğine kanaat getirdiklerime mail atıp derdimi anlattım. Dedim böyle böyle, benim nişanlım oraya yerleşti, ben de gelmek istiyorum, böyle böyle işler yaptım, eleman lazım mı abiiiiimmmm diye yalvardım. Hepsinden de kibarca ‘inş cnm yaaaa’ cevabını aldım. Sadece bir tane abla baya baya yardımcı oldu, yazıştık, beni birkaç kişiyle görüştürdü, hatta onun sayesinde bir mülakat bile yaptım. O abla buraları okuyamaz tabi ama olsun hakkını helal etsin bana. Neyse ne diyordum, işte ben linkedinle yatıp linkedinle kalkarken ve kalan zamanımda da mailime gelen red maillerini temizlerken bir yandan da çılgınca Almanca öğrenmeye çalışıyordum. Tüm bunlar olurken çalıştığım işi eksiksiz yapmak, ‘gitmeyi kafasına koydu, işleri savsakladı’ demesinler diye her zamankinden iki katı fazla özenle çalışmak, ilişkimi sürdürmek gibi ek işlerim de vardı ama onları saymıyorum.
Bu arada çalıştığım kurumun da Almanya’da şubeleri vardı ve tüm bu çabalara belki de gerek yoktu. Aile bütünlüğü üzerinden duygu sömürüsü yaparak belki de tayinimin kurum içinde çıkmasını sağlayabilirdim. Gerçi öyle olursa ben Frankfurt’ta Muro Münih’te olacaktı ama olsundu haftasonları gider gelirdik, aynı ülkeye gelmiştik ya dört saatlik yol sorun muydu canııııımmm!! Bu seçeneği de değerlendirmek adına her seviyeden her yöneticiyle görüştüm, sevilen bir çalışan olduğum için hemen hepsi halden anlasa da oradaki kadro problemi, gitmek isteyen çalışan sayısının fazlalığı, oluşacak maliyet gibi profesyonel sebeplerle kurum içi ilerleyemeyeceğim bir süre sonra belli oldu. Bu seçenek de ortadan kalkınca geriye tek seçenek kalıyordu. Kendim iş bulup istifa edecektim, sıralaması değişebilirdi, sonuçta bir araya gelmemiz işten güçten öncelikli olduğu için muhtemelen önce istifa edip sonra Almanya’ya gidip bir yandan dil öğrenip bir yandan iş arayacaktım.
Üniversiteden mezun olup çalışmaya başladığımda 22 yaşıma henüz girmemiştim. Yani şu an birçok gencin üniversite yollarını aşındırdığı yaşta ben kira ödeyip, ‘gündüz kombiyi yakmıyım, gece uyurken de kapatırsam bu ay az fatura gelir’ hesapları yapıyordum. Kendi parasını kazanıp kendi ayakları üzerinde durmayı huy edinmiş biri olarak istifa etmek (Muro’nun yanına gitmek için olsa bile) açıkçası biraz korkutuyordu. Ya iş bulamazsam endişesi beni, ‘kıza senelerdir yaptığı kariyeri bıraktırdım’ endişesi Muro’yu (her ne kadar sesli dile getirmesek de) geriyordu. İnsanın konfor alanından çıkması gerçekten çok zor, üstelik tam da rahata erdiği bir noktada kurduğu konforlu hayatı bırakıp da belirsizliğe gidiyor olması iki kat daha zor. Karşı taraf adına empati yapınca da bir şekilde kendine düzen kurmuş, kariyer yapmış bir insanın sırf size olan sevgisi yüzünden tüm hayatını bırakıp da bilmediği bir ülkeye gelip yerleşmesi çok büyük bir sorumluluk ve açıkçası bir yük. Her ne kadar ‘eş’ olup aile kuruluyor olsa da tarafların bu tarz yüklerle ilişkilerini sağlıklı sürdürebilmesi bence pek de mümkün değil. Bu yüzden Muro’nun gidişinden sonraki bir yıl boyunca hem o hem ben kafamızda bu gelgitlerle uzak ilişki yürütmeye çalıştık.
Bir yıllık süre boyunca dört mülakat yaptım, hepsi de oldukça büyük firmalardı ve hepsi iş sürekliliği üzerine çeşitli pozisyonlardı. Muhtemelen soran olacaktır, siz sormadan ben söyleyeyim, başvurunuz işe uygun bulunursa şirket sizinle irtibata geçip size uygun bir zamanda telefon üzerinden mülakat yapmak üzerine talep iletiyor. Yaptığım tüm telefon mülakatları birebir çalışacağım yöneticiyle, yaklaşık bir saat süren ve halihazırda çalıştığım iş, görev ve sorumluluklarım, projelerim ve kişisel yeteneklerim hakkında bilgi verecek sorularla geçti. Ayrıca bir tane de Almanca mülakat yaptım (Axa şirketiyle), orada da sosyal hayata uyum sağlayabilecek kadar Almanca bilip bilmediğimi sorgulayacak sorular aldım. Türkiye’de genelde şirketler olumlu yanıt dışında hiçbir cevabı adaya iletmiyorlar. Ama Almanya’da gerek mülakat aşamasına geldiğim pozisyonlar için gerekse o aşamaya bile gelemediklerim için (canımı sıksa da) red cevabını hep aldım. Evet, reddedilmek insanın canını sıksa da boşu boşuna ümit etmeyi engelliyor en azından.
Bunca uğraşın sonunda ne oldu diye merak ediyorsunuz değil mi 🙂 Uzatmayayım, büyük ve uluslararası bir firmada (üstelik Münih’te) tam da bana uygun bir pozisyon açıldı, Linkedin Job Alerts de sağolsun bunu bana gönderdi, ben de (aynı firmada daha önce yaklaşık sekiz dokuz işe başvurup reddedildiğimi bile bile) başvurdum. Pek umudum yoktu açıkçası ama telefon mülakatı yapmak istediklerini söylediler, günü ayarladık. Yaklaşık bir buçuk saatlik uzunca bir görüşme yaptık, telefonda da olsa hem iş konusundaki yetkinliğimi hem de sempatik sevimliliğimi sergileyerek müstakbel yöneticimi etkiledim ve bir hafta sonra Münih’e bir kez de yüzyüze görüşmeye davet ettiler. Tabii burada böyle sakin sakin yazdığıma bakmayın, davet maili geldiğinizde içime içime çığlık atarak havalara uçtum, mutluluktan ayaklarım yerden kesildi 🙂 Sonra tam bir ay boyunca yüz yüze mülakata adeta tez yazar gibi çalıştım. Yaptığım işi ingilizce en iyi şekilde anlatabilmek için olası mülakat soru ve cevapları hazırlayıp onları okuyup sesimi telefona kaydettim. Serviste, evde, gece yatarken açıp dinledim. Kendi sesimi, kendi cümlelerimi dinleyip yanlışlarımı çıkardım, hangisini nasıl söylersem anlaşılır diye yeniden düzenledim, teknik olarak eksik olduğumu düşündüğüm noktalarla ilgili bir sürü akademik makale okudum, yetmedi bir defter hazırladım sayfa sayfa yazarak çalıştım.
Bir ayın sonunda Münih’e gittiğimde yaptığım iki buçuk saatlik mülakatın ardından şirketten çıktığımda artık omuzlarından yük kalkmış, mutluluktan dört köşe olmuş bir kız vardı.
Sözün özü sabırlı okur, bir insan gerçekten isterse yapamayacağı hiçbir şey yok ya da diğer bir deyişle azimle sıçan taşı deler. Bizzat test edildi, onaylandı :)))
5 Yorum Var
Güzel bir başarı hikayesi, tebrik ederim. Maceralarının devamını bekliyorum, sevgiler…
yolun acik olsun kuzum gercekten de insanin istedigi zaman neleri basaracaginin en guzel ornegisin. Musmutlu ol yeni hayatinda ve bize de surekli okuma firsati ver 🙂 seni seviyorum Hamidecim iyi bakin birbirinize 🙂
Azmine hayran kaldim .hersey gönlünce olsun
Helal olsun valla! 🙂 Bir de hayırlı olsun tabi. Umarım güzel ve huzurlu geçer oradaki zamanın da:)
şahane. Peki şirket mi sponsor oldu ?
hangi vize ile oradasınız yani ?