2014 yazında Ramazan ayının ilk günü gitmiştik Trabzon’a. Aniden karar vermiştik, ben o dönem sınava hazırlanıyordum, benim için güzel bir kaçamak olacaktı, üstelik çok güzel yerleri görecektik. Dört kişi düştük yola. Havaalanında iner inmez araba kiraladık ki hem rahat edelim hem de dilediğimizce zaman geçirelim gittiğimiz yerlerde. Havaalanından sonra ilk rotamız Sümela Manastırıydı. Maçka ilçesi sınırı içinde bulunan Sümela Manastırı MS 365 yıllarında inşa edilmiş bir Rum Ortodoks manastırı ve deniz seviyesinden tam 1150 m yükseklikte. Yıllardır fotoğraflarda görüp hayran hayran bakardım, inanın fotoğraflarda göründüğünden çok çok daha görkemli.
Arabayı bir yerden sonra bırakıp manastıra kadar tırmandık. Yorucu ama cidden oksijen dolu bir rotaydı. Karadenizlilerin neden Karadenizi çok sevdiklerini o an bir kez daha anladım. Yeşil daha bir yeşil, gökyüzü daha bir mavi ve hava çok daha temiz.
Manastıra giriş ücretli ama biz Maximum Kartlarımızın Müze Kart özelliğiyle (evet burada kurumumuzun reklamını yapıyoruz :)) ücretsiz gezebildik. Haberi olmayanlar için Maximum özellikli kredi kartlarınız (Premium, Privia, Maximiles, Maximum, İşte Üniversiteli vs.) müze kart özelliği de taşıyor ve ilk müze kart olarak kullanımızdan sonraki 30 gün gün boyunca Müze Kart ile girilebilecek tüm müzelere ücretsiz girebiliyorsunuz.
Neyse dönelim Manastıra… Bizim gittiğimiz dönemde yeni restorasyondan çıkmıştı hatta birçok oda hala restorasyon halindeydi. Gezebildiğimiz kısmına cidden hayran kaldık, ayrıca çok kalabalık olmadığı için rahat rahat gezebildik. Ancak eleştirmek istediğim bir nokta var ki, Manastırın iç duvarlarında yer alan fresklerin birçoğunda karalamalar, aptal duvar yazıları, sakal bıyık çizimleri, kalpler, isimler, harfler vs yapılmıştı yani tarih neredeyse kendi ellerimizle yok edilmişti. Artık korunuyor ama zamanında o kadar hor kullanılmış ki şu an fresklerin çoğu harap halde. Millet olarak sanat ve tarih açısından inanılmaz cahil ve duyarsızız. Maalesef.
Manastırı gezip manastırın eteklerindeki güzel bir mekanda halis muhlis tereyağlı ballı muhlamalı mısır ekmekli karadeniz kahvaltısı yaptıktan sonra (gittiğimiz gün ramazan ayının ilk günüydü ve aslında baya bir çekindik tepki görürüz diye, ama şükür öyle bir şeyle karşılaşmadık) Trabzon’un merkezini gezmek için geri döndük.
Önce Trabzon Ayasofya Müzesine gittik. Ayasofya Müzesi 1250-1260 yılları arasında, Trabzon imparatorluğunun Komnenos Ailesinden Kral I. Manuel tarafından kilise olarak yaptırılmış, daha sonraki yıllarda hastane ve cami olarak kullanılmış. Müzeyi gezdikten sonra bahçesindeki küçük kahvede güzel bir Türk kahvesi içtik.
Ayasofya Müzesinden sonraki durağımız Boztepe‘ydi. Boztepe bütün Trabzon’u tepeden görebileceğiniz , gün batımını izleyip Karadeniz’e karşı çayınızı içebileceğiniz en meşhur yerlerden biri. Ramazan ayı olmasından mütevellit biz çay bulamadık ama o manzaraya güzel bi siyah çay giderdi emin olun.
Gezimizin ilk gününü konaklayacağımız Uzungöl‘de sonlandırdık. Bence dünyadaki en güzel yerlerden biri Uzungöl. İnsanı gerçekten büyüleyen, saatlerce kendini izletebilen ve huzur aşılayan bir yer. Hem tepeden görünüşü hem de gölün etrafındaki rota kartpostallık. Hiçbir fotoğraf makinesi gözünüzle görebileceğiniz kadar güzel halde yakalayamaz bu görüntüyü.
Uzungöl’de bir sürü pansiyon var, birçoğu göl kenarında, küçük kulübeler halinde sıralanmış. Maalesef bu güzel yer de Araplar tarafından keşfedilmiş, üç yıl önce 2014’te bile gördüğümüz üç kişiden biri Arap’tı ya da çarşaflıydı. Nereden buldunuz da keşfettiniz ki burayı!
Gezimizin ikinci günü Uzungöl‘de kahvaltı edip göl etrafından bir yürüyüş yaptıktan sonra bir sonraki rotamız Rize ve Ayder Yaylası‘ydı. Karadeniz’de denize paralel yapılan (ve bence güzelim sahillerin içine sçan) Karadeniz otobanı üzerinden Rize’ye kolayca varabiliyorsunuz. Rize’nin merkezinde gezecek pek bir yer yok, gidilecek nadir yerlerden biri olan Rize Kalesini çıkıp geziyoruz biz de. Aslında daha çok vaktimiz olsa Çayeli, Çamlıhemşin, İkizdere gibi muhteşem yerleri var ama bizim dönüşümüze çok az vakit kaldı o yüzden sadece Ayder Yaylası‘na gidebiliyoruz. 1350 m rakımda bulunan Ayder’de hava Rize’ye göre hem serin hem çok sisli. Haziran ayının son günleri olmasına rağmen Ayder’de ocak şubat ayı gibi bir hava var. Sanırım etrafın büyüsüne kapılmaktan (ve birden bastıran Karadeniz sağanağından) Ayder’de neredeyse hiç fotoğraf çekmemişiz. Yağmur bastırınca Ayder’de yol boyunca sıralanmış ve Rizeli amcalar teyzeler tarafından işletilen küçük tezgahların birine sığınıp sobanın üzerinde kaynayan sıcak çay ve yine kuzinede ısıtılmış köy poğaçası yiyoruz. Gelin görümce olan iki teyzenin birbiriyle atışmalarını dinliyoruz.
Maalesef ayrılık vakti, Trabzon’a geri dönüp merkezde meşhuuur karadeniz pidesini bir de Karadeniz’de yiyelim diye birçok kişi tarafından tavsiye edilen Ertuğrul Pide‘ye gidiyoruz ama Ramazan ayında maalesef pide servisi yapmıyorlar. İftardan sonra gelmemiz gerektiğini söylüyorlar, iftara kadar sadece ramazan pidesi satıyorlar (Bu bahsettiğim olay 2014’te yaşandı, yani şu an mekanda farklı bir uygulama olabilir, o yüzden siz şansınızı deneyin). Biz de kuyruğumuzu kıstırıp merkezdeki herhangi bir pideciye oturmak zorunda kaldık. Beton Helvası meşhurmuş ama nedense bir türlü alacak bir yer bulamadık, sonra da geç kalıyoruz tribine girip alamadan döndük.
Trabzon, Uzungöl ve azıcık ucundan Rize gezimizi böylece sonlandırdık. Gerçekten hayran kaldım taşına toprağına yeşiline denizine havasına. Eminim Karadenizdeki hemen her yer en az Trabzon kadar güzeldir. Doğu Karadeniz’i görmeyi çok istiyorum mesela. Umarım nasip olur.
1 Yorum Var
yooooo beton helva nası yemediniz ama 🙁 orada bi dondurma yemelisiniz bence. bir daha gittiğinizde uzun sokağı sorun, sokağın başında zaten 🙂 uzun sokak ise, istiklal caddesi denilebilir trabzonun :=