Daha önce bahsettiğim şu rotanın Fransa ayağını geride bıraktıktan sonra kendimizi lüksün, kendini beğenmişliğin ve pahalılığın kalbi olan İsviçre’de buluyoruz. Aslında İsviçre ikimizin de “ay aman görmeden ölmeyelim” dediği bir ülke değil, ama bahsettim ya madem araba kiralayıp izne çıkıyoruz yolumuzun üzerinde Şirinler Köyü bile olsa uğrayıp Gargamel’in bir çayını içmeliyiz güdüsüyle İsviçre’den üç şehri seçtik kendimize.
Colmar’da yediğimiz romantik akşam yemeğinin ardından karavan çakması arabamıza binip Basel’e geçtik. Basel Colmar arası arabayla bir saat, o yüzden gerçekten ışık hızıyla ülke değiştirerek booking.com’dan bulduğumuz Hotel Alexander’a attık kendimizi. Şimdi efendim, Avrupa’da otopark bulmadır, park ücretidir falan büyük mesele, ben de otel araştırırken ücretsiz otoparkı olsun diye baya bi cebelleşmiştim ki Basel’deki oteli görece olarak pahalı olsa da seçme sebebim ücretsiz kapalı otopark sağlamasıydı. Otele check in yapınca öğrendik ki meğer sadece booking.com üzerinden yapılan rezervasyonlarda ücretsiz otopark hizmeti
varmış, diğer müşterilerden günlük 15 chf park ücreti alınıyormuş. Bu isabetli tercihimle bir Mario altını daha kazandığımı düşünürken o da ne otelin sahibi ve personeli Türk çıkıyor ve bize bedava ulaşım kartından, yemek indirim çekine kadar bir sürü promosyona boğuyorlar. Ayrıca kendi dilinde derdini anlatabilmek de cabası. O sebeple Basel’de hem konumu hem de avantajları nedeniyle Hotel Alexander’ı tercih edin derim.
varmış, diğer müşterilerden günlük 15 chf park ücreti alınıyormuş. Bu isabetli tercihimle bir Mario altını daha kazandığımı düşünürken o da ne otelin sahibi ve personeli Türk çıkıyor ve bize bedava ulaşım kartından, yemek indirim çekine kadar bir sürü promosyona boğuyorlar. Ayrıca kendi dilinde derdini anlatabilmek de cabası. O sebeple Basel’de hem konumu hem de avantajları nedeniyle Hotel Alexander’ı tercih edin derim.
Otelimizde bir gece konakladıktan sonra sıra Basel’de nereleri gezelim kısmında diye paragrafıma başlamak isterdim ama açıkçası canımslar Basel’de gezilecek güzel hiçbir yer yok. Cidden Yozgat gibi ne bileyim Kayseri gibi sıradan bir şehir. Tamam her Avrupa şehrinde olan bir Rathaus’u, Münster Meydanı ve Münster katedrali, şehri ikiye bölen bir nehri ve Noel zamanı olduğundan Noel Pazarı falan var da, çok açık söyleyeyim cidden iki üç saatten fazla vaktinizi isteseniz de harcayamayacağınız bir yer. Ayrıca bir adet magnet 8 chf!! Ben ki bir magnete 4 euro verince hafif bir taşikardi geçiren insan 8 chf vermek zorunda kalınca yemin ediyorum kalp krizi geçirdim. Ayıp!
Efendim böyle anılarla (daha doğrusu ay burası da ne gereksiz bir şehirmiş diye söylene söylene) İsviçre’deki ikinci durağımız Bern’e vardık. Basel faciasından sonra o kadar umutsuzdum ki İsviçre’den, bu ülke neden var diye sorgulamaya başlamıştım. Ama Bern tam da o anda imdadımıza yetişti. Allahım o nasıl güzel bir şehirdir, ne güzel bir mimaridir, ne güzel bir alışveriş caddesidir. Gezmelere doyamadık, fotoğraf çekmekten manyak olduk. Her köşe, her bina, her sokak ayrı bir tablo. Ayrıca Prag’dakine benzer bir saat kulesi ve Einstein’ın yaşadığı şu an kafeye dönüştürülmüş minnak bir ev var ? Eleştirdiğimiz tek noktası alışveriş caddesindeki esnafın pazartesi günleri çalışmıyor olması. Adamlar dedikleri kadar zengin demek ki, Pazar ve pazartesi dükkan açmazlarmış. Keyfe gel! Onlar kaybetti oysa biz 5848754 chflik saatler almak için hazırdık havasıyla gezdikten sonra ana caddede bulunan Spagetti Factory’de güzel bir öğle yemeği yedik. Tavsiye ederim, çok güzel makarnalar tadabilirsiniz.
Bern’den sonra İsviçre’deki son durağımız Zürih’e geçiyoruz, cebimizde kalan üç beş Euro ve şehre dair büyük umutlarla. Bern’den Basel’e 1,5 saatte gitmemize rağmen Zürih girişinden Limmat yakınlarındaki otelimize varmamız (abartmıyorum) tam 45 dk sürüyor. Evet, tek kelimeyle trafuck!! Ve işin daha acı ve komik yanı trafiğin sebebi araçların çokluğu değil, trafik ışıklarının çokluğu ve yayaya 60 sn yanan yeşilin araca 10 sn yanması! Cidden arabada kurdeşen döktük üç adım yere varana dek. Neyseee canımızı sıkmıyoruz, refah zenginlik denince akla gelen ilk yer olan Zürih’teyiz sonuçta, varoş varoş isyan mı edeceğiz J Oteli bulup arabayı yakınlarda bir sokağa park ediyoruz, sonra valizlerimizle otele geçiyoruz. Ama o da ne, otelin girişi yok! Binanın dört bir yanını gezmemize rağmen yok, bir türlü bulamıyoruz girişi. Neyse hemen Türk mantığıyla otelin altındaki markete soruyoruz “where is the hotel’s entrance?” diye ve aldığımız cevaplarla şoklardayız! Çünkü adam “here” diyor, burası yani. Pardon falan deyip yanlış mı anladık diye bir daha soruyoruz ama valla billa marketin içinden çıkılıyormuş otele, reception desk de marketin ödeme kasası, gerçekten! Şoklar içinde eh iyi peki deyip odamıza çıkacakken adam ödemeyi alabilir miyim diyor, normalde otel ödemeleri çıkışta alınmasına rağmen yine de çok takılmadan 100 € otel ücretini ödüyoruz. Bu arada bu otelin sahibi de (tabii marketin de) Türk çıkıyor, biz de “zaten resepsiyon için ayrılan alanı market yapmak ancak bir Türk’ün aklına gelirdi” diye dalga geçiyoruz.
Bavulları bırakıp başladık Zürih’i gezmeye. Zürih güzellik açısından Basel’den daha iyi ama Bern’den bi tık kötü bence. Bir kere çok kalabalık, trafik var ve hemen her yerde inşaat ya da yol çalışması var. Size de bir yeri hatırlattı değil mi! Neyse Zürih’in en büyük ve en canlı caddesi Bahnhof Strasse, yılbaşı süslemeleriyle gerçekten insanın o çivi gibi soğuğa rağmen ısıtıyor. Lüks ya da pahalı birçok mağaza var ve akşam olup gün batmasına rağmen evet hepsi açıktı. Bahnhof Strasse’yi yürürken solunuzda kalan ve Noel döneminde ‘Şarkı Söyleyen Noel Ağacının’ kurulduğu bir Noel pazarı var. Ağacın şarkı söyleme olayı da şu: Ağaç şeklinde inşa edilmiş bir platform var, kırmızı şapkalarıyla minik çocuklar her akşam belli saatlerde çıkıp koro halinde şarkı söylüyorlar. Çok orijinal ve şirin bir sahne bence. Neyse biz yürüye yürüye cidden çok çok uzun
cadde olan alışveriş caddesini gezip Limmat Nehri etrafını da geziyoruz. Sonra geriye yürürsek donacağımızı anlayıp tramvaya binip (üstelik biletsiz) otele geri dönüyoruz. Açıkçası hem soğuk sebebiyle hem de günlerdir katedral görmekten fenalık gelmesinden ötürü ‘görmeden gelmeyin’ denilen iki kiliseyi pas geçiyoruz.
cadde olan alışveriş caddesini gezip Limmat Nehri etrafını da geziyoruz. Sonra geriye yürürsek donacağımızı anlayıp tramvaya binip (üstelik biletsiz) otele geri dönüyoruz. Açıkçası hem soğuk sebebiyle hem de günlerdir katedral görmekten fenalık gelmesinden ötürü ‘görmeden gelmeyin’ denilen iki kiliseyi pas geçiyoruz.
Aslında yazımı burada bitirecektim ama maalesef başımıza yine kamu spotluk bir olay geldiği için ‘biz yandık sizler yanmayın’ diye anlatmak zorunda hissediyorum kendimi. Hani dedim ya sivri zekalı otelimize girişte parayı ödedik diye, sabah çıkış yaparken kahvaltıda aldığımız sandviçi ödemek için uzattığımız karttan sabah vardiyasında çalışan çocuk bi 100 € daha çekiyor (tabi burada Muro’nun dalgınlığı ve 100 €’yu görmesine rağmen itiraz etmeyip şifreyi girmesinin de payı var ama neyse). Otelden üç beş adım uzaklaştıktan sonra (hafif bir tartışmanın ardından) alelacele geri döndük ve bizim Türk olduğumuzu bilmeyen çocuğa İngilizce olarak ödemeyi dün akşam yaptığımızı, bu sabahki ödemeyi kartımıza iade etmesini söyledik. O da önce ofladı pofladı, patronu gelmeden iade edemeyeceğini, öğlen saat bire kadar beklersek (ki o an saat dokuzdu) iadeyi alabileceğimizi söyledi. Ben gitmek zorunda olduğumuzu söyleyince çıkarıp 100 frank uzattı, ben de ödemeyi Euro olarak yaptığımızı geri nakit verecekse 100 euro vermesi gerektiğini söyledim. Bu sefer patronunu aradı ve bizim Türkçe bildiğimizden habersiz Türkçe konuşmaya başladı “Abi günaydın, 206’da kalanlar dün akşam ödemeyi yapmışlar, bugün de kartlarını verdiler, ben de 100 EURO DAHA VURDUM, fark edip geri geldiler, iade et diyorlar, 100 frank verdim kadın Euro diye tutturdu, napıyım abi?” Evet ben duyduklarıma inanamadan konuşmanın bitmesini bekledim, arkadaş telefonu kapattı, sonra da kasada bir süre Euro aradı, bulamayınca da “ya beklersiniz ya 100 frankı alıp gidersiniz ya da siz gidin biz kartınıza iade yaparız patron gelince” dedi. Bana kalsa diretirdim de, Muro frankı alıp gidelim dedi. Ama benim öfkem dinmeyeceği için çocuğa Türkçe olarak “Yaptığınız büyük bir terbiyesizlik” diyerek başladım ve bir ton şey söyledim. Çocuk Türkçe konuştuğumu duyunca önce dumur oldu, sonra da çomar çomar “biz
burda yasal iş yapıyoruz, madem ödediniz neden kart veriyonuz bi daha” falan diye zırvaladı. Muro kolumdan çekelemese suratını yolardım da neyse.
burda yasal iş yapıyoruz, madem ödediniz neden kart veriyonuz bi daha” falan diye zırvaladı. Muro kolumdan çekelemese suratını yolardım da neyse.
İşte böyle. Böyle uzun uzun anlattım ki yolunuz Zürih’e düşerse konumuna ve booking.com’daki puanına bakıp kanmayın bu dolandırıcılara. Otelin adı Gasthaus 210 . Booking.com’da zaten her dilde olayı anlatarak çok düşük bir puanlama verdim kendilerine. Ama cidden öfkem hala geçmedi.
Gördüğünüz gibi İsviçre maceramız Bern dışında cidden büyük hayal kırıklığıydı. Ayrıca Zürih’teki magnetler neredeyse 9 franktı!! Zenginliğiniz batsın!!
2 Yorum Var
Zenginliğiniz batsın!! cümlesini gezi yazınızın en son cümlesi olarak kullanmışsınız. Ne kadar da isabetli olmuş. Ama gezi notlarınıza bayılıyorum doğrusu. Ne güzel. Bir de kuzey afrika gezilerine çıksanız; otantik olurdu doğrusu. Kıbmet olur mu bilmem ama merak ediyorum. bizi aydınlattığınız için teşekkür ediyorum.
Hahahaha koca isvicre olmus mu bern, basel, zurich ahahha.Isvire 4 dilin resmi oldugu kompakt bir avrupadir, dini sebeplerden pazar ve ptesi gunleri ruhetag'dir yani pek cok magaza restaurant kapalidir, avupadaki pek cok nokta gezilirken bu goz onune alinir. Bu rota turistik degil is gezisi rotasi olmus, bilmedin bayii toolantisi. Basel endustriyel bir sehirdir (ilac, biyo- kimya sanayii) yani gebzeye gidip turkiyede birsey yok demek gibi. Isvicrede turistik olan yerler (evet gezdiginiz yerlerden 5 kat daha pahali olan ve ona gore de targeted turist ceken) st. moritz, interlaken, thun, spiez, luzerne (rihanna geldiydi en son), genevre, lozan, lugano, gstaad (kate middleton baska nerde kayak yapacakti), davos (daha da gelinmeyen)… gibi yerlerdir ki hedefleri de her turisti cekmek degildir. 25 ulke gezmis birisi olarak hayatimda matterhorn'dan daha guzel bir yer gormemis olabilirim (aa su tobleronedaki dag mi) en son bi hayalimvar deniz pehlivan geldiginde bir rota cikardik ve o da isvicrenin guzellikeri konusunda hem fikir. Evet otopark hotel vs onemli ama bence etkili bir rota da onemli. Isvicrenin bunun icin sundugu goldenpass tren/gemi/teleferik rotalari da var, cok buyuk arastirmaci gazetecilik bile gerekmiyor. Talihsiz bir gezi tecrubesi ve basarisiz bir rota olmus maalesef. Tum gorulmesi gereken yerler kacirilmis diyebilirim.