İspanya ile ilgili aklınıza gelen üç şeyi sayın desem eminim bir madde ‘futbol’ olur, yani en azından erkek ya da benim gibi futbola ilgisi olan cins hatunlardan bu cevabı alacağımdan neredeyse eminim. Eee az buz değil El Classico denen ve dünyanın en büyük iki kulübüne ev sahipliği yapan bir ülke. Dünya Kupasını, Avrupa Kupasını almalara doyamamış, fabrika gibi yıldız futbolcu yetiştirmiş, hatta milli gururumuz Arda Turan’a ev sahipliği yapmışlığı var, daha ne olsun.
Eh zat-ı alimin futbolla olan ilişkisi aşikar, 14 yaşına kadar futbol oynamış, mecburen bırakınca da sıkı bir futbol taraftarı olmuş bir insan İspanya’ya gidince sanır mısınız ki sadece hepinizin yaptığı gibi stad turu yapsın! Hadi oradan.
Bundan iki yıl önce İtalya’ya gittiğimde Roma ve Lazio’nun maçlarının oynandığı Stadio Olimpico’da Lazio – Genoa maçını izlediğimi bilmeyen var mıdır! Millet Aşk Çeşmesiydi, Collesseum’du, Pantheondu Vatikan’dı gezerken ben araya bir de lig maçı sıkıştırmıştım. Eee İspanya seyahati planlanırken de müze biletlerinin yanında hemen fikstürü açıp gidilebilecek maçları bulmam kaçınılmazdı.
Şansımıza (ya da şansıma demeliyim çünkü partnerimin daha önce Camp Nou’yu görmüşlüğü var ve maalesef futbolu ‘o kadar da’ çok sevmez.) Barcelona’da olduğumuz hafta sonu Barcelona – Eibar maçı vardı. Eibar kim demeyin, açın bakın La Liga fikstürüne, puan duruma da görün nasıl yükselen bir değer olduğunu 🙂 Zira dişe diş kana kana intikaaam intikaam şeklinde baya güzel oynadı canlarım. Kale arkasında cennetin yedinci katına yakın bir yükseklikte izlememize rağmen sanırım en çok keyif aldığım anlardan biriydi o 90 dakika. Şahane bir şey değil mi ya gittiğin bir şehrin takımının maçını oranın sakinleri, o takımın taraftarlarıyla izlemek, onların heyecanına ya da üzüntüsüne şahit olmak! Ayrıca Barcelona’yı canlı izlemiş olmak da paha biçilemezdi bence. Yine bence diyorum farkındaysanız 🙂 Neyse kendi kendime bir hedef koydum zaten, her gittiğim ülkede en az bir maç izlemek. Biletlerini falan saklıyorum, bir sürü fotoğrafım var. Ay şahane bence yaaa <3
Barcelona’da maç izledikten sonra Madrid’in nesi eksik dedik, orada da normal turistler gibi Barnebau Turuna katıldık. Biraz pahalı gelmedi değil ama seyahatin son günlerine doğru ‘battı balık yan gider, bas bas paraları İspanya’ya, bi daha mı gelicez dünyaya’ moduna çoktan girmiştik.
Ne büyük stadları var diye hayran kalmamın yanı sıra adamlar bundan bile para kazanıyor diye Türk hesabına giriştim gezi boyunca. Ama düşününce sergilenecek kupaları, tarihleri ve başarıları var adamların. Şahsen bir Fenerbahçe taraftarı olarak Kadıköy’deki müzeciği düşünüyorum, bir UEFA kupamız bile yokken üç beş kramponla, eski topla falan yürütülecek iş değil. O yüzden bizimki bedava onlarında 20-30 euro :))
Renk renk, desen desen, boy boy kupalardan tutun David Beckham Louis Figo Roberto Carlos gibi gençliiğimizin efsanelerinin videolarını, belgesellere, slayt gösterilerine, bir sürü teknolojik uygulamalara kadar yok yok. Stadın içini, yedek kulübelerini, soyunma odalarını, tribünleri kısacası her yeri geziyorsunuz, baya da bir yoruluyorsunuz. Stadın içindeki store çok pahalı, ben kardeşime hediye atkıyı stadın karşısındaki parktaki engelli bir amcadan satın aldım mesela, 5 euroydu sadece 🙂
Ya işte böyle… Pek kimselerin yapmadığı bir şeyi yapmanın verdiği huzurla bence İspanya yazı dizisine artık son verebilirim. Sırada Münih ve Nürnberg var, aradan zaman geçti ama birer yazıyla Almanya maceramın başlangıcını anlatayım di mi?
2 Yorum Var
Ak sürüde ak koyun olmayı herkes becerir, marifet senin yaptığın gibi al sürüde kara koyun olmak. Farklı olmak iyidir.
yok be heves merak sadece 🙂