Bu hayatta yaşadıklarımızın tümünün daimi ve tek sorumlusu kendimiziz, değil mi?
İyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, acı ama gerçek her şeyi biz kendimize yapıyoruz.
Konu sevinçlerimiz, mutluluklarımız, güzel anlarımız olunca olağan bir şekilde sahipleniyoruz zaferimizi,
ama iş hayal kırıklıklarına, aldanmalara, aldatmalara, mutsuzluğa, acıya gelince işimize gelmiyor,
başkasında arıyoruz hatayı.
Kendimizde değil.
Tabii ya, bile bile kendi canımızı yakar mıyız, üzer miyiz, küstürür müyüz kendimizi dünyaya!
Mutlaka bir başkası olmalı, bir başkasına atmalı suçu.
Maalesef öyle değil. Maalesef bizi üzüntüye götüren de, canımızı yakan, ağlarken soluksuz bırakan yine bizim kendi seçimlerimiz. Yol ayrımlarında verdiğimiz kararlar, o mu bu mu diye arada kaldığımızda seçtiklerimiz, yolumuza eşlik etmesine karar verdiklerimiz ya da yolumuzdan ittiklerimiz…
Sözün özü yine biz…
Aslında böyle başlamayacaktım bu yazıya, çünkü uzak ilişkinin zorluklarını anlatmak var kafamda, ama nedense şu an hissettiklerimi belki de kendimi rahatlatmak adına söze dökeyim dedim.
Zaten en nihayetinde yaşadığım uzak ilişkinin de sorumlusu yine benim.
Şikayet edeceğim, sızlanacağım, tüh be diyeceğim ne varsa bundan sonraki satırlarda sorumlusu karşımdaki insan değil aslında, tek ve gerçek sorumlu benim.
İlk uzak ilişkimi lise son sınıfta yaşamıştım, İzmir’de okuyordu sevgilim, ben Eskişehir’deydim. O zaman teknoloji bu kadar gelişmemişti, çağrı atmak, 160 karaktere mesaj sığdırmak, bir ayda 100 kontörle idare etmek dönemiydi yaşadığımız. Harçlığa muhtaç olduğumuzdan öyle hadi özledim yanına geliyorum’lar da yoktu, yılda üç beş görüşürsek görüşürdük. Ama düşünüyorum da belki de güzel hayaller kurduğumuzdan o zaman bu kadar zor gelmemişti bana. Ben üniversiteyi kazanıp İzmir’e gidecektim, sonra okulu bitirip iş bulup happily ever after masalına imza atacaktık. Ama olmadı, ben Eskişehir’de bir üniversite kazandım, o orada çalışmaya başladı. Hayalleri temel yapmıştık sanırım çok katlı masalımıza, temelimiz yıkılınca masalımız da yıkıldı. İki yıl sürdürebildiğimiz aşkımız rüzgar olup uçup gitti. Şimdi o evli ve bir çocuğu var. Mutlu görünüyor. Acaba temelini neyle kurdu masalının, merak eder dururum…
Aradan yıllar geçti, bir daha yapamam dediğim olay bir şekilde başıma geldi yine. Hem de hiç beklemediğim bir anda. Bir yaz gününde sahilde otururken birden kara bulutlar çöker ve şiddetli bir yağmur başlar ya, o kadar ani, o kadar şaşırtan, o kadar ıslatan ve o kadar üşüten… İşte girizgahım tam da burada gerekli işte, hayat bana seçme şansı tanımadı deyip paragrafımı devam ettirmek isterdim ama tanıdı ne yalan söyleyelim. Gidene kadar pek çok noktada pek çok yol ayrımında bana bir fırsat sundu belki de, ben ya görmek istemedim ya da mutluluktan kalp olan gözlerim görmeme izin vermedi, bir şekilde bu yolu izlemeyi seçtim. Bilsem yolun ucunda burada yalnız kalacağımı yine seçer miydim? Yoksa yaşanacaksa yaşanacak ayrılıklar pişmanlıklar diye Don Kişotluğu sürdürür müydüm bilmiyorum!
Uzak ilişki…
Yüzüne, kokusuna hasret kalmak…
Sesini, elini tutuşunun sıcaklığı, başını omzuna yasladığında hissettiğin güveni özlemek…
Gün saymak, kimi zaman gün sayamamak…
İnsanlar zamanın geçmemesini dilerken, ah üç ay sonrası gelse de kavuşsak diye dua etmek…
Ömrünün, yıllarının, yaşlarının çabucak geçmesine müsaade etmek…
Hayal kuramamak, hayal kurmaya korkmak…
Çok sevmek, sevdikçe kendine kızmak, canın yanacak üzüleceksin diye duygularına ket vurmak…
Kıskanmak, kıskanç biri olmasan da bu sinsi duygunun yüreğinin orta yerine yerleşmesine izin vermek…
Şimdi nerede kiminle diye düşünmekten kafayı yemek…
Kıskanılmayı istemek, kıskandırmak, yanındayken yapmayacağın saçma şeyleri yapmak için kendine izin vermek…
Özlemek… Çok özlemek… Böyle için burulurcasına, nefes alamamacasına özlemek.
Beni özlüyor mu o da diye düşünmek… Ya özlemiyorsa diye dertlenmek…
Herkesin çift olduğu yerlerde tek başına kalmak, keşke yanımda olsaydı diye keşkeler zincirine bir halka eklemek.
Yapayalnız geçirilen geceler, haftasonları; tek başına gidilen sinemalar, alışverişler…
Onun hayatına dair konuları kaçırmak, kendi hayatında olanları ‘aman canım şimdi kısıtlı konuşma zamanımızı bunu anlatarak geçirmeyeyim’ deyip içine atmak…
Dolmak… Bazen boğazına kadar gözyaşıyla, özlemle dolmak… Ama söyleyememek… İçine atmak…
İnsanların ‘yazık’ bakışlarına karşı güçlü durmaya çalışmak…
Korkmak… Beni sevmekten vazgeçer mi, bensizliğe, bensiz hayata, yalnızlığa alışır mı diye delicesine korkmak…
Geleceği bilememek, plan yapamamak ve tabii ki hayal kuramamak…
Gördün işte, temeli hayalle dolu olunca masalın yıkılıp gitti bir keresinde.,.
Uzak ilişki…
Zor vesselam…
Temelini hasretle kurduğun bir masalın kahramanı olarak buluverdim kendimi. Kavuşmaları bölüm sonu yaptım masalıma. Yanımda olmadığı her gün %100 şarj olmamış %95’te şarjdan çıkarılmış telefon gibi, tam olmuyor, eksik kalıyor. Yine de zaman geçiyor bir şekilde. Yukarıda yazdığım karmaşayı günün her dakikası yaşasam da, belirsizliklerle dolu bir yolu adımlasam da masal yazılmaya devam ediyor. Sonunu bilmiyorum henüz, prenses ve prens bir ömür mutlu yaşarlar mı göreceğiz!
5 Yorum Var
zorluklar çoğu zaman kıymeti daha çok bildirir diyorlar, ama uzaktan uzağa ilişki yürütmek olayı çok çok zor gerçekten…
adı üstünde ilişki, göz göze kalmayı, bazen tartışmayı kızmayı hakkediyor…
gözden uzak olunca gönülden de uzak olunur, cümlesine inanlardan değilim, o yüzden;
umarım masalının sonu ONLAR ERDİ MURADINA BİZ ÇIKALIM KEREVETİNE, ile sonuçlanır..
hadi bakalım hayırlısı..
sevgiler.. 🙂
Umarım gökten üç elma düşer ve dediğiniz gibi hepimizin masalları gönlümüze göre sonuçlanır ^^
ne güzel anlatmışsın uzak ilişkiyi ne güzel yormuşsun , öylesine zor ki .
evet, as we spoken :):)
😉