Mevsim kış olunca, yağmurlar yağıp kardan yollar kapanınca insanın evden çıkası gelmiyor. Evde yapılacak en güzel aktivite de film izlemek tabii ki, battaniye altına girip sahlepini içerken zaman hiç geçmesin film hiç bitmesin modunda mayışıyoruz. İşte bu keyfe varabilesiniz diye sizin için üç film önerisiyle geldim yine. Henüz izlemediyseniz mutlaka izleyin, üçü de kendi dalında baya güzel filmler.
1 – THE REVENANT
1800’lerde avlanarak ve avladıkları hayvanların kürkleriyle geçimlerini sağlayan avcı grubundan Hugh Glass’a (Leonardo di Caprio) yine bir av sırasında dişi bir ayı saldırır ve ciddi şekilde yaralar. Ağır yaralı halde buldukları Grass’ı bir süre yanlarında taşıyan grup bir süre sonra ölmek üzere olduğu ve kendilerini yavaşlattığı gerekçesiyle yanında iki kişiyle geride bırakır. Geride bıraktıkları iki kişiden John Fitzgerald (Tom Hardy) Grass’tan kurtulmak adına onu boğar ve gömer. Ancak ayının saldırısında kurtulan Grass, Fitzgerald’ın teşebbüsünden de kurtulur, toprak altından çıkar ve ağır yaralı haliyle intikam için grubun peşine düşer.
Film çok uzun ve çok ağır ilerliyor. Kar, orman ve su görmekten bir süre sonra fenalık gelebilir. “Ulan bu kadar şeye nasıl ölmez” bu insan diye isyan ettirebilir. “Cüneyt Arkın onca ok yiyip ölmüyorken dalga geçiyorduk, bunun ne farkı var” diye sorgulattırabilir. Tabii ben böyle eleştiriyorum ama iki gün önce The Revenant ile Leonardo Golden Globe kazandı ve bu yıl Oscar almasına kesin gözüyle bakılıyor. Inarritu çok başarılı bir yönetmen, filmiyle bu sefer de turnayı gözünden vurdu bence. İnşallah Leonardo bu filmle şeytanın bacağını kırar ve Oscar’la ilgili capslere konu olmaz.
2 – THE BIG SHORT
2004 yılında Amerika’da mortgage kredilerinin ve ipoteğe dayalı menkul kıymetlerin tavan yaptığı dönemde yaptığı hesaplamalarla piyasada konut balonu olduğunu keşfedip kısa süre sonra patlayacağı yönünde tahminleme yaparak elindeki İDMK’ları açığa satan (short position) bir doktor (Christian Bale), bir bankacı (Ryan Gosling), bir Wall Street şirketi (Stene Carell) ve iki amatör fon yöneticisi genç ile mentorlerinin (Brad Pitt) 2008’deki Mortgage krizine kadar yaşadıkları süreci işleniyor.
Film biraz teknik, Bankacı olmamdan mütevellit bana kolay gelmesine rağmen bu konulara ilginiz yoksa korkmayın, zira aralarda yatırım araçlarını ve bunların etrafında dönen olayları o kadar güzel ve çarpıcı şekilde tanımlıyor ki hani diyoruz ya “Bilal’e anlatır gibi anlattı” tam olarak öyle kurgulandığını görüyorsunuz. Kadro şahane gördüğünüz gibi, tadından yenmiyor. Brad Pitt’in artık orta yaş karizması, Christian Bale’in yine yeni yeniden ultra zeki karakteri ve Ryan Gosling’in vücudu. Yalnız Ryan’ın saçını kumrala boyamışlar, hiç olmamış. Bu arada film gerçek hikayeye dayanıyor ve Micheal Lewis’in aynı adlı kitabından uyarlanmış.
3 – THE INTERN
Jules Ostin (Anne Hattaway) tarafından 18 ay önce kurulan moda firması Yaşlı Stajyer programı başlatır. Amaç emekli olmuş ya da kariyerinin ortalarına gelmiş kişilerin tecrübelerinden faydalanarak firmayı ileriye taşımaktır. Programa kabul edilen Ben Whittekar (Robert de Niro) Jules’un özel asistanı olarak görevlendirilir ve Jules her ne kadar başlarda Ben’e mesafeli olsa da ikisi arasında sıcak baba kız ilişkisine benzer bir ilişki başlar.
Sıcak bir komedi yaşam filmi The Intern. İnsanda hayallerinin peşinden koşma, yaşın kaç olursa olsun pes etmeme, kendi isteklerine odaklanma, sevmekten korkmama gibi duygular uyandırıyor. Ben’in gençlere uyum sağlama çabaları, kırdığı potlar, Jules’un huyları alışkanlıkları, evliliği hem güldürüyor hem de “vay be” diyerek düşündürüyor.
İşte böyle sinema severler, bence hepsi izlemeye değer… Seçin, izleyin derim…
6 Yorum Var
İlk ikisini henüz izlemedim. The Revenant'ı çok merak ediyorum, görüntüler bile iç açıcı girer girmez vizyona izlemek istiyorum ama The Big Short konusunda kararsızım. Kadro iyi ama çok fazla terim var gibi, teknik bir filme benziyor. Sıkılabilirim sanki. The Intern'i ise izledim ve aşık oldum. Bu yıl izlediğim en iyi filmlerden biriydi. Çok eğlenceli çok sıcak çok duygusal, böyle su gibi akıyor film bence. Bayıldım. Anne H.'i de çok severim, herkes izlesin bence de. Çok güzel bir yazı olmuş, eline sağlık. 🙂 Benim bloguma da beklerim. 🙂
İlki Oscar'a aday oldu artık allahın emri oldu izlemek 🙂 ikincisini de izleyin bence korkmayın teknik terimlerden.
The Revenant çok güzeldi ve aynen dediğin gibi bu kadar şeyden sonra adam neden ölmüyor ya falan dedim ama çok farklı bir karaktere bürünmüş bence oscar alsın artık 🙂
evet ya duaya çıkacağız artık şu adamcağız ödülü alsın diye 🙂
Interni cok merak ediyorudum. Robert de niro icin elbette.aldigim birkac olumlu yorum akabinde bu aksam izleme niyetindeyim. Leonardonun filmi icin fragmanj izledigimde bende ayni seyi dusunmustum yanlizlik hissi ve kasvet verici gibi ama adami sevdigimden bakarim diye dusunuyorum.sevgiler
Bence hepsini izleyin gerçekten güzel vakit geçirmeniz için.