Barcelona’dan hiç hiç ayrılmak istemesem de bir sonraki rotaya doğru yola çıkma vakti… Nihayetinde İspanya’nın taşı toğrağı altın bana göre, en minik köyüne bile gitsem çok çok zevk alırım eminim. O yüzden söylenmiyoruz ve sabah erkenden kalktıp Renfe trenine binip Madrid’e yol alıyoruz. İşte tam burada size bir tavsiye, tren biletinizi önceden alın, daha seyahatinizi planlarken alın yoksa nasılsa orada alıveririm derseniz bizim gibi, biletler birden %100 zamlanır, baya bir tuzluya patlar o güzelim yolculuk. Kamu spotunun ardından Madrid’e ayak basabiliriz. Atoche Madrid’in ana tren istasyonu, hemen burada da araya girmek isterim ki ne nerede bulmanızın imkanı olmadığı bir istasyon. Yönlendirmeler yetersiz, personel ingilizce bilmiyor ve benim muhteşem İspanyolcam da kendileriyle iletişebilmek için biraz eksik kalıyor ve olan oluyor. ‘Olan oluyor’ kısmını ayrıca bir yazıda anlatıcam merak etmeyin, zira bir paragrafa sığmayacak bir maceramız var bu tren istasyonuyla.
Atoche Estacion |
Atoche’den metroya binip otelimizin olduğu Tirso de Molina’ya doğru yola çıkıyoruz. Tirso de Molina metro istasyonu, Madrid’in ana meydanı olan Puerta del Sol nam-ı diğer Güneş Kapısı’na bir durak uzaklıkta, yürüyerek de 7-8 dakika mesafede. Zat-ı alim yine şahane bir yerde otel ayarlayarak ana noktalara, metroya özetle her yere 5 dakika mesafede olabilmeyi başarıyor 🙂 Otelimizin adı Hostal Art Madrid. Dediğim gibi çok merkezi bir yerde ayrıca verilen hizmetten de oldukça memnun kaldık. Tavsiye ederim gönül rahatlığıyla.
Madrid’e öğle saatlerinde varıp otele yerleşip biraz soluklanıp keşfe çıkıyoruz. Dediğim gibi Puerta del Sol’e çok yakın olduğumuz için elimizde haritayla etrafı kolaçan etmemiz çok kolay oluyor gerçekten. Sol Meydanı meşhur Ayı Heykeli’nin bulunduğu meydandır, on cadde bu meydanda kesişir ve merkezden çıkan tüm anayollar ‘Sıfır Kilometre’ olarak gösterilen Puerta del Sol’den başlanarak ölçülür. Meydan sürekli kalabalık, adeta bir Taksim meydanı gibi ve biz Halloween gününde de Madrid’de olduğumuzdan sanırım en kalabalık günlerinden birini de şansımıza görmüş oluyoruz. Şanslı değil, ballıyız 🙂
Puerto del Sol |
Sıfır Kilometre Noktası – Puerta del Sol |
Benim yazdığım yazıyı bulabilecek misiniz bakalım 🙂 |
Madrid’de gezilip görülebilecek her yere yürüyerek ulaşabildik biz. Hatta seyahatimizin ikinci günü otel bize bedava bir şehir turu önerdi, birçok Avrupa şehrinde olan bir hizmet. Gönüllüler tarafından şehrin önemli noktaları iki üç saat boyunca gezdiriliyor ve sonrasında bahşiş olarak kendilerine birazcık para sıkıştırıyorsunuz 🙂 Ogo Tours denen bir topluluk yapıyor bunu, sadece İspanya için değil, birçok Avrupa şehrinde varmış dediğim gibi, o yüzden sitesinde (www.ogotours.com) hangi şehirlerde bu hizmeti veriyorlar görebilirsiniz, zira kendi kendinize gezseniz öğrenemeyeceğiniz birçok şeyi öğretiyor gönüllü rehberler.
Biz de şansımıza Madrid’teki ikinci günümüzde saat 11’de başlayan tura yetiştik ve rehberimiz eşliğinde Madrid’de görülmesi gereken hemen her yeri gezdik. Bunlar arasında Plaza Mayor, Mercado de San Miguel, Palacio Real, Opera Binası, Edificio vardı. Ayrıca rehberimizden ayrıldıktan sonra Mısırlılar tarafından yapılmış tapınağa da gittik. Dediğim gibi bunların hepsini yürüyerek yaptık, tabi ayaklar gün sonunda perte çıkmıştı da napalım artık olacak o kadar.
Plaza Mayor |
Palacio Real |
Palacio Real |
Opera Binası |
Edificio |
Mısır Tapınağı |
Ay bir de söylemeden geçemeyeceğim, Palacio Real Madrid’deki kraliyet sarayı (bizdeki Aksaray yani) ve yine şansımıza bizim önünde olduğumuz saatler İspanya Kralı da sarayda bulunuyormuş, bunu da bayraklardan birinin göndere çekilmiş olmasından anlamışızmış (rehber öyle söyledi), zira etrafta öyle aman aman bir güvenlik önlemi yoktu, sadece birkaç atlı polis o kadar. Turistler gayet saray önünde fotoğraf çektirmeye devam ediyordu. Neyse biz oralardayken bir hareketlilik oldu, baktık bir konvoy çıkıyor, Kral sarayı terk ediyor. Konvoy bizim bulunduğumuzun aksi istikametinde uzaklaştı, biz de tüh ya keşke orada bekleseymişiz derken bizim önümüzde ama yani o kadar yakın ki bir kol boyu mesafeden iki tane mütevazi araç geçti, o araçlardan birinde kral ve eşi vardı ve evet tam bizim yanımızdan geçerken bize el salladı. Biz hemen önümüzde duran policia’ya ‘is this the king?’ diye sorduk ve yakışıklı polis ‘yes, you saw the king’ dedi. Evet sanırım diplomatik insanlar haricinde İspanya Kralını gören yegane Türkleriz :)))
Yazıyı ikiye bölmek istemediğimden biraz uzun olacak ama Madrid’i tek bir yazıda aradan çıkarayım yoksa yeni yerlere zaman kalmayacak 🙂 İkinci günümüzde Retiro Park’a gittik, burası hemen her Avrupa şehrinde olan, içinde devasa ağaçların göllerin olduğu sanki şehir dışındaymışsın hissi veren aman şehrin göbeğinde olan muhteşem bir park. Çok çok büyük, biz tamamını gezmedik itiraf ediyorum. Ama özellikle sıcak havalarda giderseniz uzun uzun vakit geçirmeye birebir. Retiro Atoche istasyonuna çok yakın, ayrıca yol üzerinde Prado Müzesi de var, hani müze falan seviyorsanız ikisini bir arada çıkarabilirsiniz. Ha bir de Boğa güreşlerinin yapıldığı arenayı da pas geçmedik, Plaza de Toros görkemli haliyle oldukça etkileyiciydi. Boğa güreşleri de halen yapılıyormuş, ancak bizim olduğumuz dönemde yoktu maalesef 🙁
Retiro Park |
Plaza de Toros |
Ve ve gelelim olayın en güzel yerine, Gran Via’ya ya da en yalın ifadeyle alışveriş caddesine. Gran Via Sol Meydanına 5 dk yürüme mesafesinde üzerinde aklınıza gelebilecek her mağazanın olduğu ve daha önemlisi Primark’ın olduğu cadde. Yahu bir mağazanın önünde abartmıyorum 3 km kuyruk olur mu, hem de günün her saatinde? Bir mağazaya ticket alınarak girilir mi ya da? Primark için bu ikisi de var, Franfurt’taki Primark gayet insanca koşullara sahipken Madrid’de mülteci gibi kuyruk bekliyorsunuz 🙂 Ama çok ucuza bir sürü şey alabilirsiniz, bence uğrayın. Ayrıca Gran Via’yı kesen sokaklarda çok daha fazla alternatif yerel mağaza bulabilirsiniz.
Gran Via |
Bitirelim mi Madrid’i? Olabilir, geriye Toledo yazısı, İspanya’da yeme içme veeee Camp Nou ile Barnebeu yazıları kalıyor. Hayır bunlar üç yazı eder. Hakikaten olay görmemiş İspanya’ya gitmiş’e döndü sanki. Sıkıldınız mı gerçekten ya???
2 Yorum Var
Gezi yazıları hiç sıkmaz beni:)
valla beni de ya. içim açılıyor hep okudukça