Hayatım boyunca beceremediğin ne var diye sorsalar birincisi açacakla kapak açmak diğeri de anı yaşamak derdim herhalde. İlkini sittin senedir yapamıyorum zaten, kanırta kanırta şişenin kapağı piç oluyor, kimi zaman camı bile kırıyorum o derece. Hayır evde boktan bi açacak var, üzerinde London yazıyor, magnet şeklinde, kimbilir kim getirdi hediye diye. Tamam süs adına hoş da iş, amacı doğrultusunda kullanmaya geldiğinde hem şişeye hem de avcumun içine işkence çektiriyorum resmen. Altı üstü bir soda şişesi ki, millet bırak açacağı, upper seviyeye geçmiş çakmakla açıyor, ben avcumda girintili çıkıntılı London yazısı ile sanırsın boğaz kesiyorum. Elim öyle acıyor ki çarmıha gerilen İsa ile empati yapabiliyorum düşünün.
İkinci konuda da lafa gelince kitap yazarım: “Anı yaşayalım, bir daha bu dünyaya gelmeyeceğiz, yarına çıkacağımız bile meçhul” falan diye kafa ütülerim.
Hayır, sanırım ikna kabiliyetim de yüksek heralde, bunu kime anlatsam herkes müthiş gaza gelip ‘evet ya’ diye aydınlanma yaşıyor. Birden yaşam tarzını değiştiriyor, bir mutlu oluyor cıvıl cıvıl dolaşıyor, azıcık uyuz olmuyor da değilim.
Hayır, ben anlatan olarak böyle fayda sağlayamıyorum, sen beni yarı dinleyip yarı instagramda kim fotomu beğenmiş diye telefonu keserken nasıl Tebrizli Şems bilgeliğine kavuşabiliyorsun acaba??
Ay yok canım, kıskanmıyorum, güzel bir şey, geleceği düşünmeden boktan kaygılara kapılmadan yaşadığın anın kıymetini bilebilmek ama arkadaşım hiç mi merak etmiyorsun bir ay sonra, bir yıl sonra ne olacağını? Etmiyorsan sana helal olsun da ben sırf bunun için 15 senedir günlük tutuyorum be.
Evet günlüğü bunun için tutuyorum ne var!! Bugün yazıyorum, üç ay sonra tekrar yazmak için defteri elime aldığımda üç ay önce ile şu anın ne kadar değiştiğini görüp ne boktan şeylere canımı sıktığımı, nelerin gerçekleştiğini, nerelerden gol yediğimi, kimin hayatımın başrolündeyken birden siktirip gittiğini falan okuyup sadistçe bir zevk yaşıyorum.
Hele hele on sene önce yazdıklarımı okumak tam bir şenlik.
Şu an evli ve çocuklu olan o dönemki sevgililerimle olan sorunlarımı, ÖSS sınavımı, platonik sevdalarımı, ailevi sorunlarımı ve en etkileyicisi geleceğe yönelik hayallerimi okudukça ah diyorum ne saf bi bebeymişim.
Yahu İspanya’ya gittim, hayallerimin ülkesi, rüyalarımın tatili, orada bari sus be iç sesim, bi kapa çeneni. Sürekli bir ay sonra yüzleşmek zorunda olduğum şeyleri düşünerek zehir ettim kendime tatili.
Sagrada Familia’ya bakarken hüzünlenip ağlayacak hale gelen bir ben bir de Gaudi’dir herhalde.
La Rambla’da geziyoruz el ele, kalbim mutluluktan patlayacak düşün, ama beynim kendini yiyor bir yandan ‘bu mutluluğun bir bedeli var, o gidince mal gibi kalacaksın, ağlarken ya gözyaşında ya sümüğünde boğulacaksın’ diye. Yaşadığı anı kendine zehir edebilme konusunda üstüme tanımıyorum ya net.
Ve sebebi de henüz gelmemiş, belki de hayatta bile olmayacağım bir zamanla ilgili kaygılar!!
Son üç ayda geleceği düşünmekten önce insomnia oldum tam 35 gün uyuyamadım, zombi gibi gezdim, geceleri uyuyamıyorum diye sinir krizi geçirip duvarları tırmaladım.
Pasiflora içtim şişe şişe, jagermeister etkisi yaratmaktan öteye geçmedi, bir gram işe yaramadı.
Eşek gibi spor yaptım, vücudumu yordum, üstüne 100 derece suyla duş aldım, odayı kararttım, uyku bandı taktım, yok uyuyamadım uyuyamadım.
Sonra bir gün dedim ‘ulan mal geberip gidicen yakında, ne bok olursa olur gelecekte, yaşar görürsün’; işte o gece uyudum.
İnsomnia geçti rahata erdim derken, hooop midem yanmaya başladı, sürekli kusmalar, bulantılar falan. Gittim endoskopi yaptırdım. Midemde ülser mikrobu buldular, ciddi de bir şey, tedavi edilmezse mide kanseri… Helicobacter Pylori diye bir bakteri, açtım okudum, ekşide şurda burda baya ciddi bir olay.
Hele de o kadınsal forumlara göre bir sonraki adım ölüm. Doktorum sağolsun dayadı ilaçları, günde 11 ilaç yuttum, 3500 mg antibiyotik aldım, her gün günde 4 kez kustum ilaçlar o kadar ağırdı yani, 7 günde 2 kilo verdim, afedersiniz ama ebem sikildi, klozetten kafamı kaldıramadım, burnumdan bile kustum, sonra tuvalette ağlama krizlerine girdim.
Yalnızlığıma lanet ettim, patates haşlaması yerken otuz sene sonra da tek başıma yapayalnız öleceğim, komşular leşimi bulacak diye senaryolar yazdım. Şu an ölsem öldüğüm kaç saat sonra anlaşılır hesabını yapıp, öldükten en erken 10 saat sonra cesedime ulaşılacağını tahminledim.
Sen de manyaklık, ben diyeyim delilik. Ama hepsinin sebebi şu anda kalamayıp üç ay sonra beş ay sonra bir yıl on yıl sonra ne olacağını düşünmekten oluyor. Ben eminim böyle gidersem kendimi kanser ederim net!!
Bi siktir et ya, bi rahatla…
Evet hayatın birdenbire ve maalesef yeniden çok radikal bir değişikliğe gebe, evet yine bi gidiş yaşayacaksın, yine bir veda. Ağzına sıçılacak, üzüleceksin, ağlayacaksın ama ona da a-lı-şa-cak-sın…!!!
En kötü senaryo ne? Biliyorsun. Daha önce yaşadın.
Atlattın mı? Evet.
Bıraktığı hasar evet belki daha fazla olacak ama başına o bile gelse atlatacaksın.
Ayrıca neden güzel olmasın ki her şey?
Belki de yine her zaman olduğu gibi “iyi ki böyle olmuş” diyeceksin…
Bu paragrafa kim olsa ikna olurdu di mi? Neden ben ikna olamıyorum peki? Niye canım çok sıkılıyor? Niye nefes alamayacak gibi hissediyorum?
Bazen beynimin o bölgesi neresiyse onu bağışlamak, aldırmak istiyorum.
Biraz oluruna bırakmak istiyorum, anı yaşayıp naif bir mutluluk yaşamak istiyorum…
8 Yorum Var
Öncelikle geçmiş olsun, umarım hem içindeki, hem beynindeki bu pis mikroplar, olumsuz düşünceler bir an önce uçar gider. Bende, senin gibi, çevremdekilere hayat bir tane, gülmek varken neden kendimizi üzelim diyorum, kendilerini iyi hissediyorlar. Onlar "benim sözlerime" inanıyor ve kendilerini iyi hissediyorken, bana sıra geldiğinde bu sözler bana niye işlemiyor, ben niçin bu kadar mutsuz ve keyifsiz oluyorum? (Tamda bugün, yaşadığım nedensiz mutsuzluğumu günlüğüme yazmışken, bu yazın iyi denk geldi.)
Cevap, bence şu: Bize inanıyorlar, çünkü biz söylediğimiz şeye inanarak söylüyoruz. Çok iyi biliyoruz, hayat bir tane! Bazen kendimizi yaşamda başarılı bir insan olarak görmeyiz, değersiz, anlamsız, hissederiz. Ve iç sesimiz anında devreye girer. Bizi iyice bitik hale getirmeye çalışır.
Ne yap biliyor musun?
Kendinle randevulaş. Kendinle buluş. Yeniden. Özünü, asıl seni tekrar ortaya çıkar. Aynanın karşısına geç. Sadece doğruları anlat kendine. İçindeki iyiliği, doğruluğu, merhameti, neşeyi, sevecenliği anlat. Ayna sana sorsun. Yalın sorular. Yalın cevaplar olsun sadece.
Kendini sevdiğini biliyorum, bunu kendine tekrar hatırlat ve tabi hayatın bir tane ve çok güzel olduğunu da.
Hep eşe, sevgiliye mi ballı kaymaklı cümleler söyleyeceğiz. Ben kendimden ballı kaymaklı cümleler duymayı haketmiyor muyum yaniiii ? 🙂
Benim ballı kaymaklı cümlem: ayy ben çook tatlıyım ya, gerçekten! 🙂
Senin, kendine söylediğin ballı kaymaklı cümlen ne?
aynam olmuş yorumun resmen. Nasıl da doğru tespitler… Benim sorunlarımdan en büyüğü de kendime o kadar değer vermemem, biraz arka planda tutmam. oysa senin dediğin gibi kendimi şımartmam lazım değil mi? Ben kendime ne mi söylerim ayna karşısında? Bazen "güzel kızım yaaee" bazen de "bence sevimliyim" bazen şarkı söylerken "sesim bence harika ama kıymetimi bilmiyorlar" falan 🙂 tatlıyım da güzel seçenek. Tabi ısmarlama olmaz dolu dolu inanarak söylemek lazım bunları… Ah ya yazıldığı gibi kolay olsa ya her şey…
Seni anlıyorum. Bunların hiçbiri birer seçenek değil, bunlar sensin aslında.
"Ben sevilmeye değerim.." Bu cümleyi kendine sürekli hatırlat. Çünkü sen sevilmeye, sayılmaya değer bir insansın. Kendine verdiğin değeri hiçbir zaman, hiç kimse için aşağıya çekme. Her şey çok çok güzel olacak.. 🙂
Aynı şeyi yaşayan, aynı kaygıları hisseden biri olarak bi köşe yazısı bana çok iyi gelmişti, okumalısın mutlaka, sevgiler�� http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/dr-basak-demiriz_423/bir-bayram-senaryosu_26889515
yazıyı dün gece okudum çok beğendim çok sevdim… Oradaki danışanda kendimi buldum ve psikolog ne kadar güzel tavsiyeler vermiş.
Ben senin yazılarını okurken hem hafiften tırsıyorum hem de şaşkınlık üstüne şaşkınlıkla biraz böyle mutlumsu oluyorum.
Sen niye benim iç sesim gibisin? İç sesim de değil aynı zaman aralıklarında aynı şeyi yaşamak ki hadi bunu geçtim aynı tepkileri vermek peki?
Şu an var ya iliklerime kadar hissediyorum senin hislerini.
Yaşıyorum çünkü.
Doğmamış çocuğuma pis bir don biçip bunalıma giriyorum.
Uyku?
Hayatında uyku problemi çekmeyen ben saat başı kalkıp düşünüyorum düşünüyorum sonra dalıyorum. Hep bi kısır döngü.
Bir yerlere gidiyorum.
Çok özlediğim insanlar vs vs. Hatta 'O' yanımda ama diyorum birazdan ben eve gideceğim o evinde. Ayrıyız. Kötü olacak falan.
Bilmiyorum şu an anlatamadım ben de ama aynı şeyler.
Kafamı toplayıp yazamıyorum ama henüz ben.
Bak aklıma ne geldi. Şimdi ben de senin gibiyim ya acaba anı yaşa diye birbirimize mi akıl versek? Belki işe yarar 🙂
yalnız olmadığımı hissettim yorumunu okuyunca. Gerçi dünden beri pek çok insan ben de öyleyim yazdı ama ne bileyim belki sen ve bende biraz daha çok takıyoruzdur burçlarla falan alakalı olabilir mi 🙂 Önerine ok diyorum hadi sen bana tavsiye ver, ben de sanaaa 🙂
Sevgili Hamide, ben "Ne kadar neşeli, ne güzel tatlı tatlı anlatıyor bu kız" diye düşünerek takip etmeye başlamıştım seni. (Sıkı Fenerbahçeli olman da etkiledi tabii ama onun konumuzla alakası yok:)) Yazılarını okuyan biri olarak neşenin bir miktar azaldığını gözlüyorum şimdi. Böyle yapma! Demesi kolay biliyorum ama kendine iyi bak. En önemli şey sağlık. Stres ise sağlığın en büyük düşmanı. Sağlık olmazsa hayatın sana getireceği olumlu ya da olumsuz hiçbir şeyi hak ettiği gibi karşılayamazsın. Bir hayat hakkımız var yaşa gitsin işte. Hoş, bilgili,kariyerli, keyifli bir kızsın; iyi bir ailen ve iyi arkadaşların var. İç sesin biraz da olumlu şeyler söylemeli. Tamamıyla huzurlu insan yoktur. Hepimiz az ya da çok sıkıntılarımızla meşgulüz. Ben şimdi bunları sana yazarken kendime de terapi yapıyorum aslında:) Gençken "Her işte bir hayır vardır" lafından resmen nefret ederdim. Şimdi 40 yaşımda her işte bir hayır olduğuna inanıyorum. İnsan yaşadıkça öğreniyor. Senin için de her şeyin hayırlısı olsun inşallah. Güzel günler yaşamanı, güzel yazılar yazmanı dilerim. Ve böyle olacağına da inanıyorum. Sevgiler…